TECAVÜZ VE ZULÜMLER
TECAVÜZ VE ZULÜMLER
Sanal olan ve senaryo üzere seyredilen bir dizi filmde bile haksızlık yapıldı mı, hemen tepki gösteriyoruz. Aslında biliyoruz o film sanaldır ve yazılan bir senaryo üzere rol yapılmaktadır. Yine de çok etkisinde kalıyor ve üzülüyoruz. Çünkü fıtraten her insan adalet istemektedir. Çok sevdiğimiz anne ve babamız tartışıyorlar. Annemiz babamıza yada babamız annemize haksızlık yaptığında onları çok sevmemize rağmen hemen haksızlığı dile getiriyoruz. Onların yardımına ve himayesine muhtaç olmamıza rağmen sus-amıyoruz. Çünkü haksızlık bir arazdır, tahammül edemiyoruz. Adalet istiyoruz. Öyle ki adalet isteği sevgiden de güçlü olan bir istektir. Günlük yaşamımızda bile bu küçük haksızlıklara katlanamıyoruz. Bazen bu küçük haksızlıklar bile, tüm günümüzü zehir edebiliyor. İmdi bu ümmetin başında olan bu kadar tecavüz ve zulümlere nasıl dayanabiliyoruz.
İnsan hakları yani bu kadar kul hakkı çiğnenirken biz neredeyiz!!!! Oysa ki kul hakkının Allah katındaki konumunun da ne kadar ehemmiyetli olduğunu da biliyoruz. Yoksa bunları unuttuk mu??? Resulullah (saa)’ın Gadir Hum gününden önce Veda Haccında Arafat’ta ki son hutbesini hatırlayın. Bu hutbesinin çoğu insan haklarını yani kul hakkını anlatıyordu. Ümmeti bu konuda sıkıca tembihlemişti. Yüz binden fazla kişinin toplandığı ve “ burada bulunanlar bulunmayanlara iletsin” dediği o vasiyetlerinde ümmete ne demişti?
“Ey insanlar, beni dinleyin, size bazı açıklamalar yapacağım. Bu yıldan sonra burada sizinle belki de bir daha buluşamayacağım. Ey insanlar, bu beldede ve bu aydaki bu gününüz sizin için nasıl saygın ve dokunulmaz ise, kanlarınız ve mallarınız da Rabbinize kavuşuncaya dek birbiriniz için aynı şekilde saygın ve dokunulmazdır....”
Her Müslümanın dokunulmazlığı olmalıydı. Her Müslüman ve her insan bu ümmet içinde kendini güvende hissetmeli idi. Irka, soya, sınıfa, renge, statüye, cemaate takılmadan her müminin canını, malını, namusunu kendine emanet bilmeli ve bu emanete ihanet etmemeli idi. Rabb’inin kendinden istediği bu sorumluluğu(misakı) korumalı idi.
Bakara süresi 84- 86 “ Hani sizden 'Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın' diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hâlâ (buna) şahitlik ediyorsunuz. Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. İşte bunlar, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez.”
Bu misak ayetlerimizin arasında varken nasıl olmuştu bu ümmet kendi içinde ayrışma, düşmanlık ve haksızlık tuzağına düşmüştü. Yoksa , yoksa bu ümmet topuklarının üzerinde gerisin geriye mi gidiyordu?! Oysa insan hakları/ kul hakları ihlal edildiğinde bu suçun bağışlanmayan günahlar arasında olduğunu bilmeliydi. İmam Ali (sa) de uyarmıştı bu ümmeti.
“ Ey insanlar! Günahlar; bağışlanacak olan, bağışlanmayacak olan ve ümit ve korku içinde olmak üzere üç kısımdır. Bağışlanacak olan günah, Allah Teâlâ’nın kulun dünyada iken cezalandırdığı günahıdır. Zira Allah Teâlâ kulunu günahından dolayı iki defa cezalandırmaktan daha adil, daha yücedir. Bağışlanmayacak olan günah ise, kulların birbirine karşı olan zulümleridir. Çünkü yaratıklar kıyamet günü Allah Teâlâ’nın huzuruna çıktıklarında kendi izzetine yemin ederek şöyle buyuracaktır: “ Andolsun kendi izzet ve celâlime ki, hiç bir zalimin zulmü benden geçmeyecektir. Velev ki, o zulüm, el ile ele vurmak, tırnaklamak ya da boynuzlu bir koyunun boynuzsuz bir koyunla dövüşmesi olsun.” Böylece Allah Teâlâ hiç bir kimsenin kimse üzerinde bir hakkı kalmayıncaya kadar kulların bazısının bazısına karşı yaptığı zulmü kısas edecek, sonra onları muhasebeye tutacaktır. Korku ve ümit içinde olduğumuz üçüncü kısım günaha gelince, Allah Teâlâ’nın kulunun gizleyip tevbe etmeyi inayet ettiği günahıdır. Böylece o kul günahından dolayı korku içinde olup, Rabb’inin rahmetini ümit etmektedir. Biz de onun hakkında onun kendi hakkında taşıdığı duyguları aynen taşıyor, onun için rahmeti ümit edip azap gelmesinden de korkuyoruz.”
Enbiya süresi/47 “ Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz.”
Şimdi kendi anımıza gelelim. İçinde bulunduğumuz durum her çeşit hakların ihlal edildiği günlerdir. O halde nefes almayı bir fırsat bilip bir an önce yaptığımız ve içinde bulunduğumuz durumu değiştirmek gerekir. Kendimize yapılmasını istemediğimiz hiç bir çirkinliği, zelilliği ve aşağılamayı hiç kimseye veya hiçbir gruba layık görmemeliyiz. Tecavüz ve zulümlerin inlemesini artık duymamak için elimizden geleni gerçekleştirmeliyiz. Ve işlediğimiz hataların tamirini de yapabildiğimiz kadar yapalım. Kul haklarının günahı öbür dünyada değil ama bu dünyada affettirmek mümkündür. Kabul ediyorum, bazı hataların telafisi de mümkün olmayabilir. Ama hiç olmazsa bu yükümüzü daha da ağırlaştırmaktan vaz geçelim. Her şeye rağmen ümit ve korku üzere bağışlanmayı umarak Rabb’imize, Peygamber(saa)’imize ve haklarını çiğnediğimiz kardeşlerimize değiştiğimizi gösterelim. Umulur ki iyi halden "af" ediliriz.