TAKVA DENİNCE AKLA NE GELMELİDİR?

Yazar: ADMİN_İM
Kategori: EHLİ BEYT'İN MEKTEBİNDEN DAMLALAR, GENEL, RASULLAH'IN (SAA) EMANETLERİNDEN
Tüm imamların babası olan İmam Ali (as) takva üzerindeki bakış açısını bize şöyle buyurmaktadır;
“Münezzeh ve yüce olan Allah, mahlûkatı yarattı; yarattığı zaman onların itaatlerinden mustağni ve günahlarından da güvende idi. Çünkü isyan edenin isyanı ona zarar vermediği gibi, itaat edenin itaati de ona fayda vermez. Aralarında geçimliklerini taksim etmiş, dünyadaki yerlerine yerleştirmiştir.
Ama muttakiler fazilet sahibidirler, konuşmalarında doğrudurlar, tarzları ılımlıdır, davranışları tevazu iledir. Gözlerini Allah’ın kendilerine haram kıldığı şeyden sakınırlar, kulaklarını kendilerine faydalı olan ilme vakfederler. Huzur ve bela durumlarında hâlleri aynıdır, (değişiklik arzetmez.)
Allah’ın onlara tayin ettiği ecel olmasaydı, ruhları göz kırpacak bir an bile olsun; azaptan korkmak, sevabı arzulamak sebebiyle bedenleriyle durmazdı. Gözlerinde yaratıcı büyük ve bundan dolayı da onun dışındakiler gözlerinde küçüktür. Cennete oranla orayı görüp nimetler içinde yaşayan ve cehenneme oranla da orayı görüp azab çeken kimse gibidirler. Kalpleri mahzundur. Kötülüklerinden herkes emindir, bedenleri zayıf, ihtiyaçları az ve iffetlidirler. Çarçabuk geçen günlerde sabrettiler, sonunda uzun bir rahata erdiler. Rableri onlara bu kârlı alış verişi kolaylaştırmıştır. Dünya onları ister, onlar dünyayı istemezler; dünyanın esaretinden canlarını fidye vererek kurtulurlar.
Geceleri ayakları üzerinde durup Kur’ân ayetlerini, anlamını düşünerek ağır ağır (tertil üzere) okurlar, onunla hüzünlere dalar, dertlerinin çaresini onda bulurlar. O sırada müjdeleyen bir ayet geçtiği zaman, o sevabı elde etmeyi umarlar, şevkle ona yönelirler; (mükâfatını) gözlerinin önünde zannederler.
Korkutucu bir ayet geçtiği zaman, can kulaklarını ona verirler. Cehennem alevlerinin uğultusu adeta kulaklarında yankılanmaktadır. Onlar (rükûda) iki büklüm olurlar; alınları, elleri, dizleri ve ayak parmakları ile yerlere (secdeye) kapanırlar. Böylece Allah’ın azabından kurtulmayı dilerler.
Gündüzleri ise halîm, âlim, iyi ve muttaki olurlar. Korku onları okçunun yonttuğu ok gibi inceltmiştir. Bakan kimse onları hasta zanneder; oysa onlarda hiçbir hastalık yoktur. Bakan kimse “bunlar karıştırmış” der. Oysa onları büyük bir iş karıştırmıştır. Onlar az amellerine razı olmaz, fazlasını da çok görmezler.
Kendilerini itham eder, amellerinden korkarlar. Bir kimse içlerinden birini överse, o övülmekten korkar ve “kendimi başkalarından daha iyi bilirim, Rabbim ise beni benden daha iyi bilir” der. “Allah’ım, söyledikleri sözlerden beni sorumlu tutma, beni zannettiklerinden daha üstün kıl, onların bilmedikleri suçlarımı da bağışla.” diye söylenirler.
Onlardan birinin alametleri; senin onu dini işlerde güçlü, uzak görüşlülükte yumuşak, imanda şeksiz şüphesiz, ilimde hırslı, bilgisi hilimle iç-içe, zenginlikte kanaatkâr, ibadetinden huşu içinde, fakirlikte muhteşem, zorlukta sabırlı, helal peşinde, hidayette neşat, tamahtan kurtulmuş ve salih amel işlediği hâlde korku içinde yaşayan biri olarak görmendir.
Gündüz akşama kadar düşüncesi şükür, gece sabaha kadar işi zikirdir. Korkuyla geceler, neşeyle sabahlar, gaflete düşmekten çekinerek korkar, rahmet ve fazilete nail olduğundan sevinir.
Nefsi, onu istemediği bir şeye zorlarsa, sevip istediğini ona vermez. Sevdiği şey, zevali olmayan nimettir. Sakındığı, bâki olmayan (geçici) şeylerdir. Hilmini ilimle, sözünü amelle birleştirip pekiştirmiştir. Onu emeli yakın, hatası az, kalbi huşu içinde, nefsi kanaatkâr, yemesi az, işi kolay, dini korunmuş, şehveti ölmüş, öfkesi yenilmiş, hayır umulan, şerrinden emin olunan biri olarak görürsün.
Eğer, gafiller içinde de olsa, zikredenlerden yazılır; zikredenlerin içinde olsa, gafillerden sayılmaz. Zulmedeni bağışlar, kendisine vermeyene verir. Kendisine gelmeyi kesene gider, kötü sözden uzak, sözü yumuşak, kötü olarak kınanacak işi yok, iyiliği her an mevcuttur. Hayrı yönelmiş, şerri yüz çevirmiştir. Zor işlerde vakarlıdır, tatsız işlerde sabırlıdır, rahatlıkta ise şükredenlerdir.
Kendisine buğz edene zulmetmez, birini sevdiğinden günaha girmez. Aleyhine şahadet edilmeden hakkı itiraf eder, emaneti zayi etmez, söyleneni unutmaz, kimseye lakap takmaz, komşusuna zarar vermez, başkalarının musibetine sevinmez, batıla girmez, haktan ayrılmaz. Susarsa sustuğuna üzülmez, güldüğünde sesini yükseltmez. (Dostları tarafından) İsyan ve zulme uğradığı zaman, Allah kendisine yapılanı cezalandırıncaya kadar sabreder (onu Allah’a havale eder). Kendisini zorluğa salar, oysa insanlar ondan rahattadır.
Kendisini ahireti için yorar, insanları ise rahata erdirir. Bir kimseden uzaklaşması, temizliğinden ve zühdündendir. Bir kimseye yaklaşması, yumuşaklığı ve acımasındandır. Uzaklaşması büyüklükten ve kibirden; yaklaşması da hile ve tuzaktan değildir.”[1]
[1] Nehcü’l Belağa/193. Hutbe