top of page

RÜZGÂRLARIN NERELERDEN ESTİĞİNİ, HİÇ MERAK ETTİNİZ Mİ?

RÜZGÂRLARIN NERELERDEN ESTİĞİNİ,

HİÇ MERAK ETTİNİZ Mİ? Rüzgârların esintisi önünde durmak; rahmet isteyen birisi için hafifçe okşanmak, hayatın iniş çıkışlarından bunalmış biri olarak kendini onun kollarına bırakarak rahatlamak ya da hasretle yanan bir yüreği sükûnete erdirmek için istenen bir tablodur. Ancak rüzgârların ne taşıdığını bilmeden önünde oturmak pek sağlıklı bir karar olmaz. Bu nedenle rüzgârın nasıl estiğine, hangi yönden geldiğine, temiz olup olmadığını doğrulamadan her rüzgârın önüne oturulamaz. İslam adı altında esen rüzgârlara bir bakın. Şu anda esen iki önemli rüzgâr var. Ehli Beyt rüzgârı ve bir de sistemler üzerinden gelen rüzgâr. Etiket üzerinden konuşmak istemiyorum. Çünkü o zaman rüzgârları yorumlamadan, yargılamadan ön yargı ile değerlendireceksiniz. Bendeniz ise sorgulamanızı istiyorum. Eğer gerçekten Rabb’inizin rızasını kazanmak adına, Peygamber’inin yolundan yürümek istiyorsanız… Bir öğretmen bile sınıfını yirmi dakika yalnız bıraktığında; ya başka bir öğretmeni ya da bir öğretmen bulamazsa bile en azından öğrencilerden seçtiği sınıf başkanını yerine bırakır. İşte öğretmenlerin öğretmeni Hz. Muhammed (saa) te bu ümmetin başıboş kalmaması için sınıf başkanını ilahi karar üzere ümmete haber verdi. O başkan, imam Ali bin Ebu Talip(as)’di. Müminlerin meşru emiri idi. Bununla ilgili yüzlerce hadis var. En bilindik ve hemen aklımıza gelen olarak “Gadir Hum” hutbesi. Sahi, hiç Gadir Hum hutbesini okudunuz mu? Âlemlerin son Peygamberi (saa) dünyaya veda ederken ve peygamberin evinde vedalaşma telaşı varken Sakife de ise başka rüzgârlar esiyordu. İktidar kurma ve güç elde etme isteği. İlk fitne tohumu, yangının ilk ateşi işte burada başladı. Peygamber’in vasiyeti göz ardı edildi. Hadisler yasaklandı. Ehli Beyt evine sıkıştırılıp karantina altına alındı. Ve Ehli Beyt’in konumu tamamen bertaraf edilerek, sıradan insanların hakları bile onlara çok görüldü. Ellerindeki ekonomik kaynaklar gasp edildi. Peygamber’in bu ümmetin geleceği için yaptığı o kadar plan ve program alt üst edildi. Ehl-i Beyt’e destek verenler sosyal, ekonomik, siyaset vs. her alandan dışlandığı gibi bir de baskı altına alındı. Şehir dışına çıkmalarına, ticari işler yapmalarına, makamlara getirilmelerine, Ehl-i Beyt’in kapısını çalmalarına, Humus’un onlara verilmesine, onlardan hadis nakledilmesine kadar her alandan yasak getirildi. Bu kurallara uymayan sahabelere çeşitli bedeller ödettirildi… Ehli Beyt ve onlara destek veren bir avuç sahabe susturuldu. Ellerinde göreceli hiçbir yetki ve destek olmamasına rağmen Ehl-i Beyt’ten esen rüzgârların güçlü olması onların kalplerindeki iman ve mukavemetleri idi. Her türlü kuşatılmışlığa rağmen, onların kalp atışı zaman ve mekân olmaksızın duyuluyordu. Diğer esen rüzgâr ise gücünü; siyasetten, ekonomiyi gasp etmesinden, toplumun korkularından ve nefislerinin hırsından alıyordu. O kadar her şey ters yüz edildi ki; hadis yasaklayanlar sünnet ehli, Risalet mirasçısı olanlar da yoldan çıkmış olarak gösteriliyordu. Sahabeleri katledenler; sahabe taraftarı,  müminlerin canını korumak adına susanlar; sahabe düşmanı oldular. Peygambere uzak olanlar peygamberin minberine oturdu, Risalet ağacının meyveleri de peygamberin minberine oturulması yasak edildi. Olay tamamen ahiret işi iken, dünya işine indirgendi. İmani konum tamamen iktidar meselesine çekildi. O kadar din saptırıldı ki inananlar, iman ettikleri Peygamber’inin Ehli Beyt’ini katletmeye kadar gittiler. Peygamber’in gelişiyle şereflenen insanlar şimdi Peygamber’in çocukları ile savaşıyorlardı. Uçurum gittikçe büyüdü. Kutuplaşmalar her geçen gün daha da artıyordu. Her şehir de başka bir rüzgâr esiyordu. Mekke ayrı, Medine ayrı, Basra ayrı, Kûfe ayrı, Şam ayrı, Bağdat ayrı bir havadaydı… Herkesin ümitlendiği ve tarih boyunca ümitleneceği Mekke’de neler mi oluyordu? Hâlâ eski taassupkâr, kabileci ve sert mizacında.  Cahiliyye dayatmasına hep gebe kaldı. Kâbe’nin örtüsünün altına saklanarak gerçek kimliğini gizliyor ve İslam’ı kullanarak ayakta kalmaya çalışıyor. Peygamber’e çektirdiğini, tüm çocuklarına çektiriyor. Şimdi de onlara gönül veren inananlara acı çektirmenin peşinde... Medine ise derin bir sessizlikte. Kıymetlilerini kaybetmenin mahcupluğu içerisinde sırlarını korumaya devam ediyor. Bağrında peygamber yatarken, O’nu incitmesine nasıl cevap verebileceğini düşünüyor galiba. Hiç düşündünüz mü? Peygamber burada yatarken, Ehl-i Beyt’i nerede? Yılların hatta yüzyılların geçmesiyle iki güçlü rüzgâr öne çıktı. Biri Şam rüzgârı, diğeri de Bağdat’tan esen rüzgâr… Şam, Muaviye’nin ürettiği din üzerine kurulan Emevi zihniyeti beslendi ve batıya doğru yayıldı.  Anadolu’nun içlerine kadar bu rüzgâr esti. Anadolu sistem üzerinden dini tanıdı. Sosyal yapıyı böyle kurdu. Bu öyle güçlü bir rüzgâr idi ki evlerin içine kadar her alanı kuşattı. Kültür, ahlak, usul, hayata bakış, felsefe, siyeset ve hatta akide vs. her şey Emeviler’e göre şekil aldı. Ezberler o kadar benimsetildi ki, değiştirmek mümkün değildi. Din tamamen Şam ekolü idi. Bağdat yönünde gelen rüzgârlar daha farklı idi. Buralarda kurulan baskıcı ve zalim sistemlere rağmen, halk Resulullah(saa)’ın vasilerinden beslendi. İmamların yani peygamber vasilerinin çoğunun kabirleri de buralardadır. Baba evi Medine, Mekke olmasına rağmen sistem baskısı ile Bağdat civarlarına sürüldüler, buralarda yaşadılar ve buralarda şehit oldular. Her şeye rağmen halk onların nurundan çok beslendi. Ve bu beslenme doğuya doğru yayıldı. Dolayısıyla bu meltemler, onların bu havasını tüm yeryüzüne taşımaktadırlar. Şimdi  “önünde durduğumuz rüzgârlar nerelerden esiyor veya bize ne taşımaktadırlar?” bunun farkında olmalıyız. Akabinde bizi bekleyen “müjde mi, yoksa helak mı?” bunu bilemeyeceğiz. Yoksa merak etmeyip rüzgarların bizleri oraya buraya savurmasını mı istersiniz!?

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ET-TAHİR

İFTAR, KADER VE İMAM Fe- ta-re harflerinde oluşan bir kavramdır. Anlamı uzunlamasına yarılmaktır. Kimi zaman bozmak, kimi zaman da düzenlemek yoluyla olur. Bu fiilden oluşan kavramlardan biri de fıtr

bottom of page