top of page

MİSYON, VİZYON VE AKSİYON

MİSYON, VİZYON VE AKSİYON Tüm coğrafyalar savaşların, ekonomik baskıların, sonu olmayan ideallerin ve ruhsal boşluğun arasında boğulmaktadır. Yegâne tek deva, ilahî çözümdür. Bu da ilahî modellere bakıp, sorunlara çözüm getirmekle mümkündür. Hiçbir düşünce, akım veya sistem sorunları tam olarak ve her boyuttan çözemez.  Hatta bir sorunu çözeyim derken, daha geniş bir gedikle başka bir sorun üretmektedir. Yalnızca “İslam”, sorun ne kadar büyük ve karmaşık bile olsa çözümler ve müdahalenin dönüşümünde olumlu sonuçlar alır. Ancak İslam anlayışını doğru anlamak ve doğru uygulamak şartıyla. Rabb’imiz Hz. Muhammed (s.a.a)’i peygamber olarak gönderdiğinde o toplum putperest, cahil, bağnaz, geri kalmış, erdemleri silinmiş, tamamen bireyselleşmiş ve hukuktan mahrum idi. Peygamber Hz. Muhammed (s.a.a) ve yanı başında sağ kolu olarak İmam Ali (as) ile birlikte İlahî meramı, noktası noktasına uygulamaya koyunca yeni bir toplum düzeni oluşmaya başladı. İleriki dönemlerde de İlahî meram uygulamaya devam edilseydi tüm yeryüzü selamet yurdunun bir parçası gibi cennete dönüşüverecekti. Nitekim süreç devam ettirilmedi. Şimdi İslam’ın kırıntıları bile olsa bu sürecin sonuçlarıdır. Tüm bu ifsat ve tahriflere rağmen yeniden ayağa kalkmak ve hayata kavuşmak mümkündür. Enfal süresi/24 “Ey iman edenler! Size hayat verecek olan şeye çağırdığında Allah'a ve Peygamber'e icabet edin ve Allah'ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve toplu hâlde ona doğru götürüleceğinizi bilin.” Şimdi bizlerin de dirilen ve hayata kavuşan bir toplum olabilmemiz için aynı hedef ve metotlar üzerinden yola çıkmamız gerekmektedir. Bunun için İslam davetçilerine çok iş düşmektedir. İyi bir davet çalışmasının ilk alanı davetçinin kendi üzerindeki müdahalesidir. Her davetçi hedefine odaklanması gerekmektedir. Kişisel hedef ve beklentilerden çıkıp yalnızca Rabb’inin kendine gösterdiği hedefe odaklanmalıdır. Böyle bir davetçi tamamen muvahhid düşünmelidir. Elbette hayatın içinde çok çalkantılar, imtihanlar ve muhalefetler olacaktır. Ancak davetçinin gözleri hedefinden sapmamalıdır. İslamî amacının yanı sıra akıllı olmalıdır. Küçük ufukları değil, büyük ufuklara odaklanmalıdır. O büyük ufukların basamakları olarak diğer ufukları düşünmelidir. Tablonun sadece bir parçasını değil, tüm tabloyu görecek derecede basiretli olmalıdır. Kişisel kaygılar ile değil, ilahî kaygılar ile olayları değerlendirmelidir. Kendisini ilahî meramın ve peygamberin toplum projesinin bir parçası olarak görmelidir. İslam davasına aidiyet duygusu güçlü olmalıdır. Bu yüzden davetçi üç boyuttan kendini tamamlamalıdır. 1- MİSYON 2- VİZYON 3- AKSİYON 1- Misyon; Davetçi kendine biçtiği/biçilen görevi bilmelidir. Vahy ve peygamber sözlerini bilmek yeterli değildir. İlmin hakkını ve gereğini bilmek gerekir. İnanan insan ilme, ibadete ve İslam ahlakına odaklandığı zaman Rabb’inin kendisinden nasıl bir rol beklediğini ve verdiğini fark eder. Burada dikkat edilmesi gereken şudur. “ Rabb’inin verdiği rol mü veya toplumun verdiği rol mü?”  kendisi için önem arz etmektedir. Elbette iyi bir davetçi öncelikli olarak Rabb’inin verdiği rolü kabullenmelidir. Her mümin, aynı zamanda iyi bir davetçi olması gerektiğine iman etmelidir. Modeli olan Peygamber,  vahy ile tanışan ve oturan bir mümin değildir. Vahy alınca sorumluluğunu yüklenen ve ne yapması gerektiğini bilendir. O halde her mümin iyiliği emretme ve kötülüğü nehyetme adına kendine bir misyon belirlemelidir. İlahî meramı gerçekleştirmek için sofranın bir ucundan tutmalıdır. Hedefine varma açısından toplumsal sahayı bir tekâmül mücadelesi olarak görmelidir. Elbette her toplumda bir davet yapıldığı zaman, bir de bu nefislere hoş gelmeyen davet ise kesinlikle muhalefetler ve tepkiler olacaktır. Ancak İlahî hedefe ulaşmayı amaçlayan ve bu yolda bir misyon yüklenen, bu muhalefet ve tepkilere karşı direnecektir. İşte iyi bir davetçi bu muhalif tepkileri bir kan kaybetme ve pasifleşme sebebi olarak görmeyip, bu muhalefet ve tepkileri kendisinin davaya daha da sarılma noktasında birer kamçı olarak düşünmelidir. Zaten tüm mesele şeytan ve dostlarının bu tuzaklarına rağmen “ Allah’u Ekber!” demek değil midir? İslam’ın tarihsel süreci bu haykırış değil midir? Mektebin tüm mücadelesi taviz vermeyen ve pes etmeyen bu duruşu değil midir? Bu yüzden misyonu unutmak bir mümine yakışmaz. Ehl-i Beyt mektebine inanan ve tutunan her mümin, kendi misyonunun farkında olmalıdır. Bu misyonun rütbesi ilmine, duruşuna, yeteneklerine ve kendine verilen İlahî fırsatlara göre değişebilir. Ancak belirlenen ve sınırlarını bilen bir misyon ilahî isteğe, peygamber sünnetine ve Ehl-i Beyt imamlarının taşıdığı sancağa paralel olmalıdır. Hiç kimsenin kendine göre, gelişi güzel bir misyon seçme ve yürütme hakkı yoktur. Yani batıla girmiş bir misyon yüklenmemelidir. Tüm bunlarda Rabb’inin sünneti, Nebevî sünneti ve dolayısıyla Ehl-i Beyt imamlarının sünnetini anlamak ve hayata getirmekle belirlenir. Yani birinci nokta bir inanan, bir de Ehl-i Beyt mektebine inanan bir insan asla misyonsuz olmamalıdır. Bu kulluktan ve sorumluluktan kaçmaktır. Tekâmülü redetmektir. İkinci önemli nokta da yanlış bir misyonu sahiplenmemelidir. Bu hiç olmaması gereken bir durumdur. Zaman kaybetmek ve yanlış imtihanlara girmeye sebep olur. Ayrıca bedeninden daha büyük bir misyona girmemesi gerektiği gibi, bedeninden daha küçük bir misyon da seçmemelidir. Bu nedenle her mümin kendine atfettiği misyonu çok iyi bilmelidir. Unutmamak gerekir ki ilahî huzura çıkacağına inanan bir mümin bu rolü ile tanınacak ve mahşer gününde şahit olunacaktır.   İşte bu yüzden her inanan, şimdiden kendine biçtiği misyon olarak en doğru olanı ve yakışanı seçmelidir. Kendine verdiği rolü bilmelidir. 2- Vizyon; İslam davetçisinin rolü kendini sorumlu gördüğü misyona uygun bir vizyon göstermelidir. Bu, misyonun ahlaka ve duruşa yansımasıdır. Konuştuklarının ve savunduklarının arkasında olmalıdır. Toplumsal projeleri hedefine ve yoluna uygun sergilemelidir. Bu yüzden konuşmasına, yürümesine, giyinişine, yemesine, gülmesine, ağlamasına, oturuşuna, bakışına, ellerinin ve ayaklarının hareketine, hatta mimik hareketlerine kadar tüm ayrıntılar İslam’ın hedef ve usullerine uygun olmalıdır. Nerede konuşulup, nerede susulması gerektiğini bilmelidir. Olayların hangi boyutlardan önemli olduğunu, hangi boyutlardan önemli olmadığını tespit edebilmelidir. Müdahaleler dengeli ve üsluplu olmalıdır. Merhamet, adalet, sevgi, güven, öfke, korku gibi duyguları iletişimde kontrollü ve dengeli yansıtmalıdır. İslam’ın bu tür kuralları ayetlerin arasında bile sıralanmıştır. Örneğin; konuşma üslubu, yürüme üslubu, bakma üslubu…. Tüm bu açıklamalar bir inananın vizyonu açısından önemlidir. Bazen dilin dile getiremediğini gözler, eller, mimikler anlatabilir. Bazen kalbin anlatamadığını haller anlatabilir… Bu yüzden her inanan bireysel ve toplumsal duruşunda vizyona dikkat etmelidir. İnananın hal dili önemlidir. Bu nedenle inanan insan hedefine ve yoluna uygun bir vizyonda olmalıdır. Peygamber ve Ehl-i Beyt imamları ilahî tavsiyelerden yola çıkarak bu vizyona dikkat etmişlerdir. Örneğin; imam Ali (as) çok iyi bir hatip ve yiğit olmasına rağmen Hz. Muhammed (s.a.a)’in yanında pek konuştuğunu göremeyiz. Çünkü bu bir edep tavrıdır. Aynı şekilde İmam Ali (as)’nin hayatını analiz ettiğimizde imam Hasan (as)’ın da öne çıktığını göremeyiz. İşte bu bir edep ve uslup meselesi…. Ya da peygamberi lüks veya dökük elbiseler ile görmüyoruz. Ne bir toplumu yöneten hükümdar gibidir, ne de bir toplumun yüz çevireceği bir şekilde giyinmiştir. Yine her insanın seviyesine göre açıklama yapmaları çok önemli bir vizyon hareketidir. İmam Ali(as)’ye ilmin tanımını soran her insana aynı cevabı vermemesi gibi… Aynı cevabı algılamayan bir insan için ya kibre ya da aşağılık duygusuna bir kapı olacaktı. Ve insanların kendisinden uzaklaşmasına sebep olacaktı. Ayeti kerimeler de bir inananın vizyonu anlatan yüzlerce noktalar vardır. Hatta davetçiler bunu tespit edip, kendilerinin taşıyıp taşımadıklarını kontrol etmelidirler. 3- Aksiyon; Peygamber ve Ehl-i Beyt imamları kendi evlerine kapanıp, insanların kendi ayaklarına gelmesini beklememişlerdir. İhtiyacı olan benim kapıma gelsinler demediler. Uyuyan insanları uyandırmak için onlar, insanların kapılarına gittiler ve kalplerini harekete geçirdiler. Bu yüzden her davetçi bereketi ve rahmeti harekette görmelidir. Resulullah (s.a.a)’ı ve Ehl-i Beyt imamlarını oturanlar olarak görmeyiz. Hatta ayeti kerimedeki teşvik, “ bir iş bittiği zaman, başka bir işe başlanılması” gerektiğidir. Peygamberin ve imamların hayatları analiz edildiğinde gece-gündüz, sıcak-soğuk, bireysel- toplumsal, kadın-erkek, şehir içi- şehir dışı demeden sürekli projelerin içerisinde olduğunu görüyoruz. Yakaladıkları her soruna göre bir veya birkaç çözüm projelerine şahit oluyoruz. Stratejik, yönetici ve hikmet üzere tam profesyonel olarak hareketin içinde buluyoruz. Elbette hedefe uygun, ilim, hikmet, akıl ve ahlak usullerine uygun olarak, misyondan taviz vermeden... Hac süresinde belirtildiği gibi Rabbimizin oturanlar ile ayakta olanların bir tutulmayacağı aşikârdır. Pasif imanın aktif imana dönüşme noktası burasıdır.  Aksiyon kıyam etmenin bir adıdır. Çünkü tekâmül, salih amel, toplumsal ıslah çalışmaları, İslam’ı gündemde tutma, toplumsal duyarlılık ve iletişim aksiyon ile hayata gelecektir. Hiç kimse oturarak güzel günlerin geleceğini umuyorsa büyük bir yanılgıdadır. Kimse küçük emek ve bedeller karşısında istenen ve hasretini çektiğimiz İslam hayatının gelebileceğini düşünmemelidir. Kim oturarak İmam Mehdi(as)’nin zuhurunu bekliyorsa kendini kandırmıştır. Müminlerin mutlak anlamda aksiyon içerinde olması gerektiği ile ilgili yüzlerce ayeti kerimeler ve açıklamalar da vardır. Aksi takdirde mücadele etmenin bir anlamı olmazdı. Şimdi bir mümin; İslam davasının bir ferdi olarak kendini davetçi olarak düşünüp, üç boyuttan da kendini yetiştirmelidir. Misyon olmadan vizyon ve aksiyon anlamsız olur. Aksiyon olmadan vizyon ve misyon da anlamsızdır. Vizyon olmadan aksiyon ve misyon da olmamaktadır. Bir mümin hem misyonunu bilmeli, hem vizyonunu korumalı, hem de aksiyon içinde olmalıdır. Ancak bu şekilde hedefi üzerinde yolda olanlardan olur. İstenen İlahî ve Resulî meramı gerçekleştirebilir.

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ET-TAHİR

İFTAR, KADER VE İMAM Fe- ta-re harflerinde oluşan bir kavramdır. Anlamı uzunlamasına yarılmaktır. Kimi zaman bozmak, kimi zaman da düzenlemek yoluyla olur. Bu fiilden oluşan kavramlardan biri de fıtr

bottom of page