KAFİRUN SÜRESİ KİMLİĞİMİZİ KORUR!
De ki: "Ey kâfirler,
Tapmam o taptıklarınıza!
Siz de benim kulluk ettiğime tapanlardan değilsiniz.
Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza.
Hem de siz, benim kulluk ettiğime tapıcılardan değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana!
KESİNLİKLE KİMLİK KORUNMALI! “ Elhamdülillah Müslüman’ız” diyoruz. Yani Fatiha süresini anlamış ve inanmış olarak biz hayatımızın hedefini biliyoruz. Bizler yalnızca Allah’ımızın rızasını hedef ediniyoruz. Bu yüzden yalnızca âlemlerin rabbi olan Allah’a teslim oluyoruz. “Yegâne doğru amaç budur” diyoruz. “İhdina” ile doğru gayeyi bize öğreten Allah’ımız kendi yolunun sınırlarını ve yolcularını da öğretiyor. Doğru ilkeleri öğreterek nasıl yürümemiz gerektiğini ve korunmamızı da gösteriyor. İşte hedefini, yolunu ve öğretilerini bilen bir Müslüman, bundan sonra ne yapması gerektiğini bilir. Kendi duruşunu ve kimliğini korur. Ve bundan sonra hayatının tüm yönlerini bir Müslüman olarak korur. Kâfirlerden ve kâfirlerin yaşam tarzlarından kendisini ayırır. “La ilahe illallah” demenin anlamı budur. “ Allah’ım yalnızca sana inandım, sana güvendim, sana sığındım. Bu yüzden sana göre düşünür, sana göre yaşarım. Hayatımım da, ölümümüm de yalnızca seni gaye edinirim. Sen, benim için her şeyden önceliklisin. Senin gösterdiğin sıratı müstakim yolunda yürürüm ve ben inanırım ki, bu yolun sonunda senin vaad ettiğin hidayet ve lütufların vardır…”
EY KÂFİRLER… Kâfir kelimesinin anlamı gerçeği örten, gizleyen anlamına gelir. İnanmayanlar Fatiha ve İhlâs süresi ile gelen anlamı kabul etmezler. Allah’ın rızası ve ilkelerini bazen kısmen, bazen de tamamen inkâr ederler. İşte bu tür düşünen insanlar kâfir pozisyonundadırlar. İmam Cafer sadık (as)’a göre küfür şu şekillerde ortaya çıkabilir. “Allah’ın kitabında beş çeşit küfürden söz edilir. 1-Allah’ın “Rablık makamını” inkâr etmektir. Casiye süresi 24. “ Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi veriyorlar. 2-Allah’ın isim ve sıfatlarını bilerek inkâr etmektir. Neml süresi/ 14. “Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler. Bozguncuları ancak zaman helâk eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm sonunun nice olduğuna bir bak!” Bakara süresi/ 89. “Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. işte Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır.” 3-Nimete karşı nankörlüktür. Hz. Süleyman(as)’ın diliyle şöyle anlatılır. İbrahim süresi/7 “ Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: "And olsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir." 4- Allah’ın emirlerini terk etmektir. Bakara süresi/84 “ Hani, "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız" diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz.” 4- Uzaklığı olmadığını bildirme, küfürle arasına sınır koymama anlamında gelen küfürdür. Hz. İbrahim (as) kâfirlere şöyle demişti. Mümtehine süresi/4 “İbrahim'de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir" demişlerdi. Yalnız İbrahim'in, babasına, "Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" sözü başka. Onlar şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır."
El- Mizan fi Tefsîr-il Kur’an, cilt 1. kitabından alıntı
Bir tefekkür penceresi aralayalım mı? “Rabb’lik makamı” ne demektir? Lütfen araştıralım!
EY KÂFİRLER! Müslümanlar yani yüce Allah’a iman edenler tavrını koydu. Kendilerini kâfirlerin anlayış ve yaşamlarından ayırdılar. Böylece inananın kimliği belli olmuş oldu. Bir insan için iki adım vardır. Birincisi ilk adım Müslüman olmaya karar vermektir. İkincisi Müslüman olmaya devam etmektir. Son nefese kadar… Hz. Lokman (as)’ın kaygısını anlayın ve çocuklarına olan vasiyetini hatırlayın. “13. Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti. 14. Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. 15. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. 16. (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. 17. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. 18. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. 19. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir. 20. Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır. 21. Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan; onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse! 22. İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah’a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin sonu Allah’a varır.” (Lokman süresi/13-22) İşte Müslüman olmanın devamlılığını korumak için kendi kimliğini korumak zorundadır. Bunun için hedefinden, yolundan ve rehberlerinden gözünü ayırmamalıdır. Aklı ve kalbi hep buralarda olmalıdır. İmanını hep beslemelidir. Salih ameller konusunda kendisiyle yarışmalıdır. Kendi hızını kesecek boş düşüncelerden, cahilâne beklentilerden ve küfrî telkinlerden uzak durmalıdır. Negatif fikirlere karşı dirençli olmalıdır. Küfür dünyasını merak etmekten, ilgiden ve teveccühünden uzak durmalıdır. Her ihtiyacını ve sorununu iman dairesinde aramalıdır. Hayalindeki kahramanları Resuller ve seçilmiş önderleri olmalıdır. Ve hayatının tek gayesi Rabb’inin rızası olarak görmelidir. Yaptığı her hareket, aldığı her karar, yürürlüğe koyacağı her plan Rabb’inin rızasına dayanmalıdır. Bu mantık ve kalple nefes alan her insan kimliğini korumuş olur. BİR UYARIYI HATIRLAYALIM MI?
“ …Ben size demedim mi? “Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.”
Araf Süresi/22 Bu uyarıyı yapan bizi çok seven, bize çok değer veren ve bizi korumak isteyen yüce Allah’ımızdır. Yüce Allah’a güvenen nitekim o insan bir müslümandır asla ve asla bu uyarıyı unutmamalıdır. Aksi takdirde o insan şeytanın ya direk olarak kendi verdiği kötü fikirlerle veya kendine hizmetkâr olarak kullandığı insanlar ve cinler üzerinden kurduğu tuzaklara düşecektir. Buna izin vermemek için şeytanın ve ona inanmış insanların ve cinlerin apaçık düşmanımız olduğunu asla unutmayalım.
HİCRETİ OLMAYANIN İMANI TEHLİKEDEDİR Tüm ayet ve peygamberlerin her öğretisi bir hicret çalışmasıdır. O halde hicret nedir? Istılahı anlamda hicret iman edenin kendini küfürden ayırmasıdır. Bu insanın “ Ben Müslüman’ım” demesiyle başlar. Çünkü inanan bir insanın hedefi, yolu, öğretmenleri, ilkeleri, sevgileri, korkuları, kaygıları, hayattan beklentileri, yemesi, içmesi, giyinmesi, çalışması, ailesi, eğlencesi, gündemleri….. Her yönüyle diğer insanlardan yani inanmayanlardan ayrılmıştır. Kendine ait bir dünyası vardır artık. Bu inanç üzere yaşamaya başlar. Bunu düşünceleriyle ve duygularıyla, diliyle ve eliyle, bireysel ve toplumsal her yönüyle gösterir. Yani hicret halk içindeki tanımıyla Mekke’den Medine’ye bir göçü anlatmaz. İnsanın hayatındaki her ilahi değişimi, her imanî hareketi kapsar. Bu şu demektir. İnsanın hayatındaki bir tarih başlangıcıdır. İnsanın hayatında ilahi isteğe göre bir değişim başlangıcıdır. Bu yüzden tevbe bile bir hicret çalışmasıdır. Ama hicret bir defaya mahsus değildir. Hem Müslüman olmaya, hem de hep Müslüman olarak kalmak için her daim, hicret olmazsa olmaz bir tavırdır. Bu yüzden her ayet bir hicrettir. “Yüce Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çağırır….” Peygamberin her adımı bizim için bir hicret çalışmasıdır. Onun tavırları bu mücadeleyi anlatır.
PAZARLIK YOK Mekke müşrikleri Ebu Talip’in savunmasında olan Hz. Muhammed (s.a.a)’e bir şey yapamıyorlar. Diğer yandan bu inanç toplum tarafından hızla kabul görülmeye başlanıyor. Bu inancın daha da yayılmasından endişeliler. Diğer taraftan kendi çarkları artık kolaylıkla dönmeyecek. Çünkü bu inanış ile birçok beklentileri ve menfaatler suya dökülüyor. Bir an önce bu davanın hızını kesmek gerektiğini düşünerek Resul ile masaya oturmak istiyorlar. Ve Ebu Talip’in evine geliyorlar. Ebu Talip onların Resulü savunmama isteklerine olumlu cevap vermeyince kendisi ile pazarlık yapmaya çalışıyorlar. İlginç tekliflerde bulunuyorlar. Şöhret mi, iktidar mı, güç mü, vs. Resul bunlara yüz verir mi? Zaten imanın daveti bunlardan yüz çevirmek değil mi? Gel biraz sen bize tabi ol, biraz da biz sana tabii olalım gibi teklifler de yapıyorlar. Yani şirki teklif ediyorlar. Tevhid çizgisini parçalayan tekliflerile geliyorlar. Bütün bunlara “Ey Kafirler….” İle başlayan ayetler ile cevap veriliyor. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah'ın adıyla.
De ki: "Ey kâfirler,
tapmam o taptıklarınıza!
Siz de benim kulluk ettiğime tapanlardan değilsiniz.
Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza.
hem de siz, benim kulluk ettiğime tapıcılardan değilsiniz.
sizin dininiz size, benim dinim bana! İşte bu süre ile müşrik ve kâfirler ile asla pazarlık yapılamayacağını hatırlatmış oluyor. Hatta bu olaydan sonra Ebu Talip tehdit ediliyor, âlemlerin efendisi Resulullah’a suikast düzenleniyor, iman edenlere baskı ve işkenceler yapılıyor, ama asla tevhid çizgisinden taviz verilmiyor. Kafirun süresinin rotasında mücadeleye devam ediliyor. “EN BÜYÜK TEHLİKE: ŞİRKTİR.”
BİR ATASÖZÜ
“FEDA OLAYIM ANLAYANA, FEDA OLAYIM ANLAMAYANA,
BENDEN UZAK OLSUN YARI ANLAYIP YARI ANLAMAYANA!” İNANANLAR TEK ÜMMET, İNANMAYANLAR DA TEK ÜMMETTİR İmanını korumak, son nefesine kadar mümin olmak isteyen birisi hicret anlayışı ile kendi safını ayırır. “Ben Allah ve Resulü taraftarıyım.” Der, bu yüzden hep iman safında durur. Böylece inananlar ailesine katılır. Bu ailenin dışında kalanlar ise iman etmeyenlerdir. Onlar aileden değildirler. Onlar da bunun farkında olduklarından hep iman etmeyenler ile iş birliği yaparlar. İnanmayanlar da bir ailedir. Bunlar kâfirler ailesidir. İslam’a olan düşmanlıkları ile neye güçleri yetiyorsa, tüm yöntemlerden yararlanarak saldırılarını yaparlar. İnananlar ister fesat ile gelen saldırılar, ister pazarlık ile gelen saldırılar, ister baskı ve işkence ile gelen saldırılar olsun, hiçbir şekilde ihlâs çağrısını unutmamalıdırlar. Bu inancı ancak kâfirin süresinin duruşu ile koruyabilirler.
İBADETTEN NE ANLIYORUZ? İbadet deyince insanların aklına üç beş İslami davranış geliyor. Namaz, oruç, hac, kurban …. Hâlbuki üç beş kural değildir İslam, içinde de iman. İbadet Hayatın tüm anlarını ve boyutlarını yüce Allah’a göre düzenlemektir. O’nun istediği gibi, O’nun kural koyduğu gibi. Zaten her işin başında besmele çekmek, bu komutu veriyordu insana. Kulluktan bunu anlamamız gerekiyor. Bu şekilde düşündüğümüz takdirde hayatımızın her alanı kulluğa yani Rabbimize göre oluyordu. Peygamberimizin uykusunun bile ibadet olduğu müjdeleri bir anlamda bu olaya parmak basmaktı. Bir davranışı veya bir düşünceyi veya bir duyguyu sadece Allah rızasını kazanarak yapmak ibadetin başlangıcıdır. O kararı Allahın dediği gibi yapmak ise ibadetin tamamlanmasıdır. Yani tamamen Allah için ve O’nun eğitimine göre yol almak kulluğun kendisi oluyor. Başka niyetler ile yapmak ise, kulluğun anlamını saptırır.
“Bir kısım insanlar bir beklentiyle Allah’a ibadet ederler. Bu, tüccarların ibadetidir.
Bazıları korkudan dolayı ibadet ederler. Bu kölelerin ibadetidir.
Bazıları ise, sadece şükürlerini ifade etmek için Allah’a ibadet ederler.
Bu da özgür insanların ibadetidir.”
HZ. ALİ (AS)
Bu yüzden kafirun süresi bir anlamda kulluğun sebebini, diğer yönde ise kulluğun nasıl devam etmesi gerektiğini hatırlatıyor. Allah’a olan sorumluluğumuz başka niyetlerin arkasına saklanamaz. Pazarlık edilemez. Niyetler saptırılamaz… Tamamen Allah’a göre başlangıcından sonuna kadar aynı rotada olmalıdır. Allah’ımızın kullarına çizdiği rotaya göre. İnsan ilahi rotayı tercih ettiği andan itibaren kulluğunu gerçekleştirmeye başlamış demektir.
SAFLAR KARIŞSA NE OLUR! Kâfirun süresindeki eğitim ile yol alındığında inananlar bir tarafta olur, bu amaca ve yola inanmayanlar da bir tarafta. Herkesin safı belli olur. Bunun birde diğer açıdan düşünelim. Eğer inananlar taviz verseler, inanmayanlara kapı aralasalar, onlarla pazarlık yapsalar iman ile dolu kalp yara almaya başlar. Kalp kan kaybeder. İman kirletilmiş olur. Hedef sapmaya başlar. Yolun sınırları değişir. Hedef ve yol değiştiği gibi önderler ve dostlar da değişir… Her biri bir başka olur. İşin sonunda Müslüman müşrik olur. Kulluk başkalarına yapılır. İbadet paramparça olur. Bu yüzden hedef ve yol korunmalıdır. Kesinlikle inananlar kendi kimliklerini korumalıdır. Amaçlarından sapmamalıdır. Hayatının her boyutunda ilahi ilkelere göre tavır almalıdır. İlahi öğreti de kâfirler ile kendini ayır diyor. Amacını, yolunu, önderlerini, yol arkadaşlarını karıştırma diye uyarı veriyor. İnananlar bir ailedir. İnanmayanlar başka bir ailedir. Bu ev halkları karıştırılmamalıdır. Bir bardak temiz su ile bir bardak kirli suyu karıştırın…. Artık o su içilemez. Bir bardak suya bir çay kaşığı kirli su dökün yine o su içilemez. İman kirletilen bir kalbin Allah’ımız tarafından kabul görülmeyeceğini de unutmayalım. Kalbin kirlenmesi demek, Allah’a olan güven ve sadakatin bozulması anlamına gelir. Bu yüzden kalbin ve dolayısıyla kulluğun bozulmaması için kesinlikle kâfirlerle işbirliği ve dostluk yapılmamalıdır.
YALNIZCA MÜMİNLER KARDEŞTİRLER. Saflar bozulmayınca ailede bozulmaz. Kardeşler korunmuş olur. İnanan kendi ailesini kaybetmemiş olur. Çağlar ve mekânlar ötesi tüm inananlar bir ailedir. Diriliş günü bu olaya da tanık olacağız. İnananlar bir tarafta olacak. Bu aile Rabbinizin rızasını kazanmış bir ümmet olacak. Hucurat süresi/10 “… Ancak müminler kardeştirler.”
İNANMAYANLAR TEK ÜMMETTİR. Fatiha ruhuna muhalif olanlar çağlar ve coğrafyalar değişik olsa da tek bir ailedir. İslam karşısında birbirilerine destek verirler. Allah’a ve peygamberlerinin öğretilerine karşıdırlar. Ahiret hesabını düşünmezler. Dünya sevgisi ve beklentileri onlar için önceliklidir. Nefislerinin isteklerine göre yaşamak isterler. Kulak verdikleri şeytan ve dostlarıdır. Bu yüzden inanamayanlar hep birbirine benzerler ve tek millettir. Tüm ayetler ışığında inanan bir insan, kâfirleri muhalif tarafta görmelidir. Aynı duygu ve düşünce üzerinde değillerdir. Aynı amacı paylaşamazlar. Bu nedenle onlara karşı duruşu aynı ayeti kerimelerde olduğu gibi olmalıdır.
SİZİN DİNİNİZ SİZE BENİM DİNİM BANADIR! İnanan insan kendini yüce Allah’a ait düşünür. Aklını ve kalbini O’na bağlar. Böylece O’nun taraftarı olur. Aksine Rabb’inin vermiş olduğu dini benimseyemez. Kendini o dinin bir parçası olarak göremez. “Benim dinim” demek tamamen kabullenmek, benimsemek, olmazsa olmazlardan demektir. İmanını aklının ve kalbinin hayat suyu yapanlar ancak, inancı için her türlü savunmayı yapabilirler. İşte net söylenen bir karar olarak çıkar iki dudağın arasından “ sizin dininiz size, benim dinim bana”. Bu karar ile inanan insan yaşam tarzını inanmayanlardan ayırır. İkinci nokta ise kendi varlığı ortaya çıkaran unsur inandığıdır. Eğer inancını kaybederse kendini de kaybetmiş olur. Çünkü inanmak kendi benliğini İslam ile ortaya koymaktır. Eğer taviz verirse ilk olarak kendine ihanet etmiş olur. İşte bu nedenle benim demek, din ile kendini ifade etmektir. Muhalif olanlar bu varlığı küçümseyebilirler. Ama onları da sorgulamak gerekir. Acaba onlar hangi dayanaklar ile varlar. Ne uğruna ve neye göre yaşam tarzları? Kabullendikleri ve bağlandıkları ne ise onunla ifade ederler…. Zaten şirk burada ortaya çıkmıyor mu!!! İşte inanan tüm bu yanlışlıkların farkındadır. Bu nedenle sadece kendisini var edene karşı, kendini sorumlu tutar. Ve kendine sunulan yaşam tarzı ile yaşarlar. Kendilerini bu inancın bir parçası olarak görürler.
BİR TEFEKKÜR PENCERESİ ARALAYALIM MI?
Müşrik, Fasık, Münafık kelimeleri ne anlama gelmektedir.
Bu kavramları inananlar neden kendilerine yakıştırmak istemezler? BİR TEFEKKÜR PENCERESİ DAHA ARALAYALIM MI? Düşünün ki modelimiz olan Hz. Muhammed (saa)’e benzer veya ona yakın veya onu hatırlatan insanlar etrafımızda çoğalmış. Bir Muhammed bin Muhammed olmuş. Bir İbrahim bin İbrahim olmuş. Bir Yusuf bin Yusuf olmuş. Bir Ali bin Ali olmuş. Bir Hüseyin bin Hüseyin olmuş… Bu şu anlamaya geliyor. Tüm toplum Allah’ın rızasına koşan bir ümmete dönüşmüş. Ne kadar güzel olurdu! Tam da özlediğimiz İslam toplumu… Desenize cennet halkı dünyaya gelmiş.
BİREYSEL KALİTEDEN TOPLUMSAL KALİTEYE DOĞRU Bireysel kalite olmayınca toplumsal kalitede olmaz. Bu gün ümmetteki sıkıntılar, bireysel kalitenin atlanmasından kaynaklanmaktadır. Her şeye rağmen sıfırdan başlanılabilir. Müşrik bir toplumun içerisinde ilk olarak bir peygamberin seçilmesi ile ilk tevhidi tohum atılır. Yeryüzüne inen ilk insan misali… Bu insanın kulluğu ve daveti ile tek tek insan yetiştirilmeye başlanır. Tekâmül yolculuğu ince ince işlenen oya gibidir. Her ayrıntı önemlidir. İnsanın her boyutu Rabbani eğitimden geçirilir. Birey her yönden tekâmüle erinceye kadar aşamalardan geçer. Yüce Rabb’imiz bizi tanıdığı için dinimizi böyle vermiştir. Maide süresi/3 “…Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim…” Böylece bireysel kaliteden toplumsal kaliteye doğru gidilir. Kafirun süresinden sonra Nasr süresinin gelmesi de buna işaret eder.