top of page

İMAMET KABUL EDİLMEDEN, İMAM HÜSEYİN(AS) ANLAŞILAMAZ

İMAMET KABUL EDİLMEDEN,

İMAM HÜSEYİN(AS) ANLAŞILAMAZ İmam Hüseyin(sa) Haram aylarda Mekke’ye gitmişti. Orada gelen suikast haberleri, Yezid’in yapmak istedikleri, ümmetin başında oynanan tuzaklar, çevreden gelen zulüme karşı koyma mektupları... Hepsi İmam Hüseyin’in Hacc merasimini yapmadan ihramdan çıkıp Mekke’yi terk etmeye yöneltmişti. İmam Hüseyin(sa) açısından, hüccet tamamlanmıştı. Hem kendisine tabii olanlara, hem kendisine muhalif davrananlara tüm deliller tebliğ edilmişti. Şimdiye kadar Muaviye ile yapılan anlaşma üzere aktif bir şey yapamıyordu. Yine de ümmet ile ilgileniyor, onları yönlendiriyordu. Muaviye’den sonra Yezid için böyle davranmayacaktı. Çünkü Yezid babasının kurduğu zülüm binası üzerinden duruşu, ahlakı ve siyasetiyle tüm taşkınlıkları da eklemişti. İslamın tüm sınırları çiğneniyordu. Artık açıktan saldırıyorlardı. Şimdiye kadar sayısız muhterem müminlerin kanına girmişlerdi. Artık imam Hüseyin sakin duramazdı. Allah’ın helal haram ettiği tüm hükümler çiğneniyor, Risalet yolu saptırılıyor, Kur’an artık dinlenmiyordu.... Tüm bunlara karşı ümmeti uyandırmaya çalışıyor, ıslah çalışmalarına davet ediyordu. Ama ne yazık ki sözüm ona müslümanlar dünya menfaatleri ve korkularından bu davetleri duymuyor yada duymak istemiyorlardı. Tüm çabalara rağmen imam Hüseyin(sa) ceddinin ümmetinden olumlu bir cevap alamadı. Sonunda dinlemedikleri halde bir de üstüne onun sesini kesmeye karar verdiler. Haram aylarda her müslümanın ve her insanın dokunulmazlığı olduğu halde, önderleri olan İmam’a ellerini uzattılar. O ki imama itaatleri farz iken, onlar imam’a saldırdılar.... İnandıkları Peygamber(s.a.a)’in vasisine kıydılar... Salavat getirdikleri o kişiyi, dünya menfaatlerine ve can korkularına sattılar... Hac ayında müslümanlar koç, deve kurban edeceklerine dikkatinizi çekerim Allah’a yakınlaşmak için, Allah’ın Resulü’nün vasisini kurban ettiler.... Heyhat! Bu ne büyük gaflet! İnandım diyenler kendi kalbine hançeri saplamıştı. Akan görünüşte İmam’ın kanı olsa da, gerçek anlamda bu ümmet kendi şahdamarını kesmişti. İmanını satmıştı. Âdeta görünen tablo; cennetten cehenneme bir sürükleniş idi. İşte ümmet kendi alnına bu karayı çalmıştı... İsrail oğullarının peygamberlerini katletmesi gibi.. İmam Zeynelabidin(sa) şöyle demişti. “ Peygamber “ biz Ehl-i Beyt’i sevin” dediği halde bize bu kadar zulmettiniz. Ehl-i Beyt’ime zülüm edin deseydi bile bundan daha kötüsünü yapamazdınız.” Bu ümmet kendi İmam’ına eğileceklerine, ihanet etmişti, kendi başını kesmişti. İmam’ını öldürmek, Peygamber’ine ihanetti. Peygamber’e ihanet, Rabb’ine bir başkaldırı idi. Elinde olan her değere saldırmıştı... Bundan sonra Kur’an okumanın, namaz kılmanın, peygamber’e salavat göndermenin ne anlamı kalmıştı ki... Ne demek istemişti bu ümmet! Hem hıyaneti, hem de imanı mı savunacaktı!? İmametliği kabul etmeyenler bunu demeye getirmişlerdi. Bugün bile İmam’ın ne demeye çalıştığını anlamayanlar, bu boyuttan bile saldırmaya devam ediyorlar. Bazıları da daha insaflı olarak onu fazilet sahibi, peygamberin torunu , iyi bir mümin olarak atfediyorlar..Kerbela faciasını kınasalar da imametliği anlamadıkları için olayı kıyıdan, köşeden yorumlamaya çalışıyorlar. Yine can alıcı konuyu atlatıyorlardı... İmam’ına saldıran, kendi iman’ına saldırmıştı. Ya da imam’ ı bir “İmam” olarak anlamamışsa, yine iman’ını anlamamıştı... O halde imam veya imametlik ne demekti? Önce bunu anlamak gerekirdi. Şimdi benim dilimden değil, yine peygamberin varisi ve Hüseyin (as)’in çocuğu ve imam olan, İmam Ali Rıza(as)’dan imamet’liğin ne demek olduğunu dinleyelim. “Kuşkusuz yüce Allah dinini Peygamber'ine (s.a.a) tamamlamadan ve her şeyin açıklaması bulunan Kur'ân'ı indirmeden, Peygamber'i bu dünyadan götürmedi. Kur'ân'da helal ve haramı, hadleri, ahkâmı ve insanların ihtiyaç duyduğu her şeyi mükemmel olarak açıkladı. Yüce Allah: "Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık." [1] Allah Teâlâ, Resulullah'ın (s.a.a) ömrünün sonunda vaki olan Haccetü'l-Veda'da şu ayeti nazil etti: "Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslâm'ı seçip beğendim..." [2] İmamet meselesi, dini tamamlayan ve onu kemale erdiren bir meseledir. Resulullah (s.a.a) vefatından önce, dinin nişanelerini ümmetine açıklamış, onun yollarını onlara izah etmiş, onları doğru yola iletmiş, Ali’yi (a.s) onlara bir imam ve kılavuz tayin etmiş ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi açıklamıştır. Kim, Allah'ın kendi dinini kâmil etmediğini düşünürse, gerçekte Allah'ın kitabını reddetmiştir; Allah'ın kitabını reddeden de kâfirdir. Acaba halk imametin kadrini ve ümmet arasındaki konumunu biliyor mu ki, onların bu konudaki seçimleri de doğru olabilsin? İmametin kadri ve değeri halkın kendi akıllarıyla ulaşabileceğinden veya kendi görüşleriyle anlayabileceğinden ya da kendi seçimleriyle bir imamı seçebileceğinden daha büyük, şanı daha ulu, makamı daha yüce, alanı daha engin, dibi daha derindir. İmamet öyle bir makamdır ki, Allah Teâlâ İbrahim'i (a.s) nübüvvet ve halillik (Allah'ın dostu olma) makamından sonra üçüncü bir makam ve fazilet olarak onunla şereflendirip bu makamla onun adını yüceltmiştir. Yüce Allah İbrahim'e şöyle buyurmuştur: "Ben seni insanlara imam kılacağım." [3] İbrahim (a.s) sevinçle: "Benim zürriyetimden de mi?" dediğinde, Allah Teâlâ: "Benim ahdim zalimlere ulaşmaz!" buyurdu. Bu ayet kıyamete kadar her zalimin imametini iptal etmektedir. Böylece imamet, ümmetin seçkinlerine mahsus kılınmış oldu. Sonra yüce Allah imameti İbrahim'in (a.s) soyundaki seçkin ve temiz insanlara vererek ona ikramda bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: "Ve ona (İbrahim'e) İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakup'u ve hepsini de salih kişiler kıldık ve onları kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayırlı işleri; namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik ve onlar, bize ibadet eden kişilerdi." [4] İşte imamet böylece sürekli olarak onun neslinde baki idi. Peygamber (s.a.a) onu miras alıncaya kadar daima asırdan asra, nesilden nesle imameti birbirinden miras alıyorlardı. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "İbrahim'e gerçekten de yakın olanlar, ona uyanlarla bu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah inananların dostu ve yardımcısıdır." [5] Böylece imamet, Peygamber'e (s.a.a) mahsus kılınmıştı. O da onu Allah'ın emriyle -Allah'ın farz kıldığı şekilde- Ali'nin (a.s) uhdesine bıraktı; daha sonra bu makam onun, Allah'ın kendilerine ilim ve iman verdiği seçkin nesline intikal etti. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Kendilerine ilim ve iman verilenlerse derler ki: Andolsun ki siz, Allah'ın kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar (kabirde) yatıp kaldınız; işte bu dirilme günüdür." [6] Öyleyse bu (imamet), kıyamet gününe dek sadece Ali'nin (a.s) soyunda baki kalacaktır. Çünkü Muhammed'den (s.a.a) sonra hiçbir peygamber yoktur. O hâlde bu cahil insanlar, imamı (kendi reyleriyle) nasıl seçebilirler?! İmamet, peygamberlerin makamı ve vasilerin mirasıdır. İmamet, Allah'ın ve Peygamber'in (s.a.a) hilafetidir; Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) makamı ve Hasan ile Hüseyin'in (a.s) mirasıdır. İmamet, dinin yuları, Müslümanların nizamı, dünyanın salahı ve müminlerin izzetidir. İmamet, İslâm'ın gelişen kökü ve yükselen dalıdır. İmam'la namaz, zekât, oruç, hac ve cihat kâmil olur; ganimet ve sadakalar çoğalır; had ve hükümler uygulanır; hudut ve sınırlar korunur. İmam Allah'ın helalini helal, haramını da haram kılar; şer'î hadleri (cezaları) icra eder, Allah'ın dinini savunur; hikmet, güzel öğüt ve kesin delillerle halkı Rablerinin yoluna davet eder. İmam âlemlere ufukta yer edinerek doğan bir güneş gibidir; öyle bir güneş ki, ne eller ona erişebilir, ne de gözler. İmam aydınlık saçan bir dolunay, parlak kandil, doğan nurdur. Karanlıkların ortasında, ıssız çölde ve engin denizlerde hidayet yıldızıdır. Susuzlar için tatlı bir su gibidir; doğru yola kılavuzluk eden ve tehlikeden kurtarandır. İmam, tepedeki ateş gibidir; soğuktan kaçıp ona sığınanı ısıtır, tehlikeli yerlerde kılavuzdur; kim ondan ayrılırsa, helâk olur. İmam, çok yağmurlu bulut, sağanak yağmur, ışık saçan güneş, geniş yer, bol suyu olan pınar, su biriken büyük göl ve bahçedir. İmam; Mihriban bir dost, şefkatli bir baba, öz bir kardeş, küçük çocuğu üzerine titreyen bir anne ve zorluklarda kulların sığınağıdır. İmam, Allah'ın yeryüzündeki emini (güvenilir kulu), kullarına hücceti, beldelerindeki halifesi, halkı Allah'a davet eden ve hürmetleri (korunması gerekli olan şeyleri) savunandır. İmam, günahlardan arındırılmış ve ayıplardan tertemiz kılınmıştır; ilim ona mahsustur, sabırlı ve halîmdir; dinin düzeni, Müslümanların izzeti, münafıkların öfkesi ve kâfirlerin yok olmasına sebep olandır…[7] Şimdi bu anlatım üzerinden değerlendirecek olursak, inandım diyenler imam Hüseyin’i budamış, kendisine Yezid gibi birisini önderi olarak kabul etmişti. Bu nedenle Kerbela olayı Hüseyin (as)’in katledilmesi olayı değildir, kendi imanını katledilmesi olayıdır. Hâlâ sevdiğini söyleyenler, Hz. Hüseyin’i “İmam” olarak kabul etmediğine göre katliam devam ediyordur. Hâlâ imanlarımız kan kaybediyor demektir.... Şimdi kalplerimiz bu kadar kan kaybederken peygamber’ e ne cevap verilecektir? Allah’ımıza ne cevap verilecektir?! İmamet anlaşılmadığı veya ısrarla kabul edilmediği için din başımıza yıkıldı. Dengeyi kaybettik. Kıstasımız bozuldu... Kıstas bozulunca her şey darmadağın oldu... İspatı da hayatımız ve Ortadoğu.... Bu ümmet hatasını anlamadığı sürece, inlemeye devam edecektir. Çünkü kendi kendisini tağutların hegemonyasına teslim etmiştir... Her ne kadar Kerbela olayı anılmaya çalışılsa da İmam Hüseyin(as)’in feryadı anlaşılmadığı sürece, ağlayarak bu seçtiğimiz kaderimize razı olacağız demektir. Tağutlara mahkum olarak.... Şirk düzenin içinde sözüm ona müslüman olarak... İmam Hüseyin(as) yola çıkmadan vasiyetini üç noktada özetlemişti; 1- Resulullah’ın yolunu ihya etmek 2- Ümmeti islah etmek 3- İyiliği emretmek, kötülüğü engellemek Kıyamı ile ihyanın, ıslahın, iyiliğin haykırışını yaptı imamımız. "Ya Hak ve hakikatı görüp onun gibi direneceksiniz ya da İmam’a saldıranlar gibi olacaksınız!" demeye getirmişti. Seçim bizim idi. İmam Hüseyin(as) nasıl olurda bu ümmet tarafından kurban verilirdi? Kurban verenler utansın. Ya sizler onun cemaati değilsiniz, ya da bu dini siz anlayamamışsınız? .... Ey imamımız! Sen yaşarken de, şehid olurken de her daim bizim imamızsın! Seninle biz Peygamber’i anlarız, seninle biz kitabımızı koruruz. Selam sana ey Peygamber’in vasisi! Sen kıyamınla şunu bize gösterdin. İmametlik olmadan bu din asla ayakta duramaz. Aksi takdirde yeryüzü Yezid gibilere kalır. Bunu sen gösterdin bize. Canınla, kanınla, kıyamınla... Binlerce minnettarız sana! Vefa borcumuz sana cemaat olmaktır. Kararlı olarak sonuna kadar sana ve vasilerine biat etmektir. Senin arkanda, senin şiarındayız. Biatımızı kabul eyle! Sen, bizim dünyada ve ahirette şefaatçimiz ol! Amin. [1]- En'âm, 38 [2]- Mâide, 3 [3]- Bakara/124 [4]- Enbiyâ, 72–73 [5]- Âl-i İmrân, 68 [6]- Rûm, 56 [7]- Hadis uzundur, tamamını görmek için Şeyh Saduk'un Men Lâ Yahzuruhu'l-Fakih, c.4, s.300; el-Hisal, s.527

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ET-TAHİR

İFTAR, KADER VE İMAM Fe- ta-re harflerinde oluşan bir kavramdır. Anlamı uzunlamasına yarılmaktır. Kimi zaman bozmak, kimi zaman da düzenlemek yoluyla olur. Bu fiilden oluşan kavramlardan biri de fıtr

bottom of page