top of page

İMAM ZEYNELABİDİN (SECCAD) (AS)

Anılması Ananlar İçin Şeref Olan Allah'ın Adıyla Allah'ın salât ve selam Resullerin incisi Muhammed’e ve tertemiz Ehlibeytin üzerine olsun. Hüznün rayihasına, adı secde kokan imama selam olsun. Rahmeti bol olan Allah insanlığa şeref olarak 14 nur bahşetti. Öyle ki nurların ilki de Muhammed’dir. Sonu da O nurların hepsi Muhammed’den bir Muhammed’dir. Belalı Kerbela’ nın susuzluğunda şehadet ne de zordu,17 Beni Haşim güllerinin yasıyla boyanan Hüseyin’i görmek bunların hepsinden daha zordu. Bana yardım edecek kimse yok mudur nidasını duyup da çadırdan çıkamayacak kadar hasta olan,Zeynep’in feryatlarını duyup da kırbaçlara engel olamayan,susuzluktan çatlayan genizlerin sıcaklığında yüreği kavrulandır O Ali gibi bir Alidir O Alinin evladı Ali’dir O. Göz yaşlarıyla zalimlerin tahtını çürüten İmam Seccad dır O Gerçekten de Kerbela şahidi imamın hayatına şahitlik etmek kolay değildir. Hele de maneviyatın ve duanın izlerinin silinmek üzere olduğu bu zamanda maneviyat abidesi bir insanın hayatına yakından bakmak… Birinci Bölüm ● İmam Zeynelabidin'in (a.s) Hayatına Kısa Bir Bakış ● İmam Zeynelabidin'in (a.s) Kişiliğinden Yansımalar ● İmam Zeynelabidin'in Kişiliğinden Görünümler Ehl-i Beyt İmamları (hepsine Allah'ın selâmı olsun) Peygamberimizin (s.a.a) Allah'ın emri ile kendinden sonra ümmetin önderliğini üstlenmek üzere tanıttığı en hayırlı kimselerdir. ● İmam Ali b. Hüseyin (a.s), Ehl-i Beyt İmamları'nın (a.s) dördüncüsüdür. Dedesi; Emirü'l-Müminin, Resulullah'ın vasisi, ilk Müslüman, risaletine ilk inanan, sahih bir hadiste belirtildiği gibi, Resulullah'ın (s.a.a) yanında, Harun'un (a.s) Musa'nın (a.s) yanındaki derecesine eş bir dereceye sahip olan Ali b. Ebu Talib'dir. Babaannesi; Resulullah'ın (s.a.a) kızı, ciğerparesi ve babasının nitelemesiyle cihan kadınlarının efendisi Hz. Fatıma Zehra'dır. ● Babası İmam Hüseyin (a.s) ise, cennet gençlerinin iki efendisinden biridir. Resulullah'ın (s.a.a) torunu ve gülüdür. Ki Resulullah (s.a.a) onun hakkında: "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim."buyurmuştur. İslâm'ı ve Müslümanları savunurken Kerbelâ'da şehit düşmüştür. ● On İki İmam'dan (a.s) biridir. Buharî ve Müslim gibi kaynaklarda da belirtildiği gibi, Resulullah (s.a.a) onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Benden sonra on iki halife gelecektir ve hepsi de Kureyş'ten olacaktır." ● İmam Ali b. Hüseyin (a.s), Hicret'ten sonra otuz sekiz senesinde doğmuştur. Bundan bir veya iki yıl önce doğduğu da söylenmiştir. ● Yaklaşık olarak elli yedi yıl yaşamıştır. Ömrünün iki v Bu İmam'ın (a.s) yaşadığı dönemde Müslümanların önünde iki büyük tehlike belirmişti: Birinci Tehlike: Değişik kültürlerle karşı karşıya kalma tehlikesi. İkinci tehlike, refah dalgasından kaynaklanıyordu. İnsanlar, dünya hayatının zevklerine dalmış, bu sınırlı hayatın süslerine aşırı derecede bağlanmışlardı. Buna bağlı olarak ahlâkî değerler çürüyor, yozlaşma baş gösteriyordu. İmam Zeynelabidin (a.s), bu büyük tehlikeye karşı, dua temeline dayalı bir mücadele başlattı. İslâmî kişiliği yozlaştıran, onu derinden sarsan, Müslümanı misyonunu yerine getirmekten alıkoyan bu tehlikeye karşı dua silahını kuşanmıştı. Bu bakımdan "Sahife-i Seccadiye", büyük sosyal bir hareketin en somut ifadesidir. İMAM ZEYNELABİDİN'İN kişiliğinden yansımalar İMAM ZEYNELABİDİN'İN kişiliğinden yansımalar Müslümanlar, İmam Zeynelabidin'e (a.s) büyük saygı gösterme, onu tazim etme noktasında ittifak etmişlerdir. Bütün Müslümanlar onun faziletini ve üstünlüğünü kabul etmişlerdir

                               Çağdaşlarının Onunla İlgili Sözleri İmam'ın (a.s) çağdaşı olan âlimler, fakihler ve tarihçiler onun şahsiyetinden edindikleri izlenimleri, yüceltme ve tazim etme ifadeleriyle dile getirmişlerdir. Bu hususta, onu              samimiyetle sevenlerle, içlerinde ona karşı kin ve düşmanlık besleyenler arasında herhangi bir fark yoktur. Aşağıda onunla ilgili söylenen bazı sözleri sunuyoruz: Haşimoğulları'ndan, Ali b. Hüseyin gibisini görmedim… Ehl-i Beyt'ten, Ali b. Hüseyin'den daha üstün olan bir adama rastlamadım… …Ondan daha fakih birini görmedim. Haşimoğulları'ndan, Ali b. Hüseyin gibisini görmedim… Ehl-i Beyt'ten, Ali b. Hüseyin'den daha üstün olan bir adama rastlamadım… …Ondan daha fakih birini görmedim. Peygamberlerin evladı içinde Ali b. Hüseyin (a.s) gibisi görülmemiştir. Kıble ehlinden onun gibi birisiyle bugüne kadar oturmuş değilim. Onların (Ehl-i Beyt'in) içinde Ali b. Hüseyin gibisini görmedim. Ali b. Hüseyin gibi anlaması ve ezberi güçlü birini görmüş değilim. Kıble ehlinden onun gibi birisiyle bugüne kadar oturmuş değilim. Onların (Ehl-i Beyt'in) içinde Ali b. Hüseyin gibisini görmedim. Ali b. Hüseyin gibi anlaması ve ezberi güçlü birini görmüş değilim. Ali b. Hüseyin'i dinledim. Gördüğüm Haşimîlerin en faziletlisiydi. Düşmanları, ona kin güden kimseler de İmam'ın (a.s) faziletlerini itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Örneğin Yezid b. Muaviye, Şamlıların İmam'la (a.s) konuşması için ısrar edince, ondan korktuğunu şu sözleriyle dile getirmiştir: O, ilmi yutmuş bir ailedendir. O, beni ve Ebu Süfyan soyunu rezil etmeden kürsüden inmez… Abdulmelik b. Mervan da İmam'ın (a.s) bir diğer düşmanıdır. İmam'a (a.s) şöyle diyor: Kuşkusuz sen, hem ailene, hem de bütün çağdaşlarına karşı büyük bir üstünlüğe sahipsin. Sana öyle bir fazilet, ilim, dinî anlayış ve takva verilmiş ki, senden önce hiç kimseye verilmemiştir. Sadece senden önceki babalarında senin gibi birisine rastlamak mümkündür.

Âlimlerin ve Tarihçilerin Görüşleri 1- Yakubî şöyle der: İnsanların en faziletlisi ve en çok ibadet edeniydi. Zeynelabidin olarak isimlendirilirdi. (Çok ibadet ettiği için) Alnı Nasırlı diye de isimlendirildi. Çünkü alnında secde izi vardı. 2- Hafız Ebu'l-Kasım Ali b. Hasan eş-Şafiî (İbn Asakir olarak bilinir), İmam'ın (a.s) hayatını anlatırken şöyle der: Ali b. Hüseyin güvenilir, emin bir kimseydi. Çok hadis rivayet eden, üstün ve yüce bir şahsiyetti… 3- Zehebî şöyle der: Hayret verici bir heybeti vardı. Allah'a yemin ederim ki, o heybetli görüntüye layıktı. O, büyük imamlığa layık biriydi. Bunu; şerefiyle, efendiliğiyle, ilmiyle, kendini Allah'a adamışlığıyla ve aklının mükemmelliğiyle hak ediyordu. 4- Hafız Ebu Nuaym şöyle der: Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib (a.s), abidlerin süsü (Zeynülabidin), kendini ibadete verenlerin aydınlatıcı ışığıydı. Hakkını vererek ibadet eden bir abid ve içinde en ufak bir olumsuzluk taşımayan büyük bir kerem sahibiydi. 5- Safiyuddin şöyle der: Zeynelabidin, büyük bir yol gösterici ve salihlik karakterine sahip bir şahsiyetti. 6- Nevevî şöyle der: Âlimler, onun her konuda müthiş bir heybete sahip olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. 7- İmaduddin İdris el-Kuraşî şöyle der: İmam Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin, Hasan ve Hüseyin'den sonra en faziletlisi, en takvalısı, en zahidi ve en abidiydi. Salât ve selâm üzerlerine olsun. 8- Ünlü nesep bilgini İbn Anbe şöyle der: Onun faziletleri sayılmayacak ve bir nitelikle kuşatılmayacak kadar çoktur. 9- Şeyh Müfid şöyle der: Ali b. Hüseyin, babasından sonra ilim ve amel olarak insanların en üstünüydü. Ehl-i Sünnet âlimleri, ondan sayılmayacak kadar çok ilim rivayet etmişlerdir. Öğüt, dua, Kur'ân'ın fazileti, helal, haram, gazveler ve âlimler arasında meşhur olan tarihî günlerle ilgili çok sözü hıfzedilmiştir. 10- İbn Teymiyye şöyle der: Ali b. Hüseyin'e gelince, o, tâbiînin büyüklerindendi, ilim ve din bakımından onların önderlerinden biriydi. Derin bir huşua sahipti. Gizlice sadaka vermek gibi, bilinen sayısız üstünlüğü vardı. 11- Şeyhanî el-Kadirî şöyle der: Efendimiz Zeynelabidin Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib, cömertliği ve keremiyle ün salmıştı. İyilikleri ve cömertliğiyle adeta semada pervaz olmuştu. Çok değerliydi. Tahammülü ve göğsü genişti. Apaçık kerametleri vardı. Onun zamanında yaşayanların biz-zat gördüğü bu kerametler mütevatir rivayetlerle de kanıtlanmıştır. 12- Muhammed b. Talha el-Kuraşî eş-Şafiî şöyle der: Zeynelabidin, zahitlerin önderi, muttakilerin seyidi, müminlerin imamıdır. Huyu, onun Resulullah'ın (s.a.a) sülalesinden geldiğinin somut tanığıdır. Karakteri, Allah'a yakın makamını ispat etmektedir. Alnındaki nasır, ne de çok namaz kıldığının, gecelerini namazla geçirdiğinin ispatıdır; dünya nimetlerinden yüz çevirdiğinin göstergesidir. Dünyadan el etek çektiğini haykırmaktadır. Takva esaslı ahlak süzülmektedir        davranışlarından, bu alanda yükseldikçe yükselmektedir. İlâhî desteğin göstergesi nurlara mazhar olmuş ve bu nurlarla yolunu takip etmiştir. İbadet virtleri onun-la bütünleşmiş, onun sohbetinden ayrılmaz olmuştur. Kulluk vazifeleri adeta onunla ittifak kurmuş gibi, ibadet giysisine bürünmüştür. Geceleri, ahirete yolculuk etmek için bir binek olarak kullanır. Nefsin isteklerine cevap vermemesi bakımından bir yol göstericidir ki, insanlar onunla doğru yolda hareketlerini sürdürebiliyorlar. Nice gözle görülmüş kerametleri ve olağanüstülükleri vardır. Bunlar mütevatir düzeyindeki rivayetlerle de kanıtlanmıştır. Bütün bunlar, onun ahiret sultanlarından biri olduğunun tanıklarıdır. O, İmamlar'ın babasıdır. Künyesi Ebu'l-Hasan, lakabı, Zeynelabidin'dir. Resulullah (s.a.a) onu Seyyi-du'l-Abidin olarak isimlendirmiştir… O, Seccad (çok secde eden)'dir. Nasırlar Sahibi (Zu'z-Sefinat) diye de isimlendirilmiştir. Arınmış ve emin olarak bilinir. Bilindiği gibi es-Sefinat; devenin, dizleri gibi üzerine çöktüğü organlarında meydana gelen nasıra ve kabarıklığa verilen isimdir. İmam Zeynelabidin de uzun süre secde de kaldığı için secde organları nasır tutmuştu

İMAM ZEYNELABİDİN'İN (a.s) KİŞİLİĞİNDEN görünümler Hilmi

 İmam (a.s) insanların en halîmi, en ağırbaşlısıydı; en çok öfkesini yutkunan biriydi. Tarihçiler onun hilminden bazı örnekler rivayet etmişlerdir: Aşağılık adamın biri ona sövdü. İmam (a.s) yüzünü çevirdi ve onu duymazlıktan geldi. Aşağılık adam: "Sana söylüyorum." dedi. İmam (a.s) da: "Ben de senden yüz çeviriyorum." dedi ve ona misliyle karşılık vermeden onu terk e-dip gitti. 3- Hilminin, ağırbaşlılığının büyüklüğünün en güzel örneklerinden biri de şu olaydır: Bir adam ona iftira etti ve onu sövmede çok ileri gitti. İmam (a.s) ona dedi ki: Eğer bizler senin dediğin gibiysek, Allah'tan bağışlanma diliyoruz. Yok, eğer senin dediğin gibi değilsek, Allah seni bağışlasın!… Cömertliği Bütün tarihçiler, onun, insanların en cömerdi, en eli açık olanı, fakirlere ve zayıflara karşı en çok iyi davrananı olduğu hususunda hemfikirdirler. Cömertliğinin göz kamaştırıcı eşsiz örneklerinden birçoğunu rivayet etmişlerdir. Bunlardan bazısını şöyle sıralayabiliriz:

Fakirlere Karşı Tavrı 1- Fakirlere İkramda bulunması: İmam Zeynelabidin (a.s) fakirlere ikramda bulunur, onların duygularını ve duygusal kişiliklerini gözetirdi, incitmemeye dikkat ederdi. Bir dilenciye bir şey verdiği zaman, onu öperdi ki adam dilenmenin ezikliğini ve muhtaçlığın zilletini hissetmesin. Bir dilenci ona geldiği zaman ona, hoş geldin, der ve şunu eklerdi: Merhaba ey benim azığımı ahiret yurduna taşıyan adam! Medine'de bir cuma günü sabah namazını Ali b. Hüseyin'le beraber kıldım. Namazı bitirince kalkıp evine gitti. Ben de onunla beraberdim. Sakine isminde bir cariyesi vardı, onu çağırdı ve dedi ki:"Bugün, benim kapımdan yemek yemeden hiçbir dilenci geçip gitmeyecektir. Çünkü bugün cumadır." Medine'de bir cuma günü sabah namazını Ali b. Hüseyin'le beraber kıldım. Namazı bitirince kalkıp evine gitti. Ben de onunla beraberdim. Sakine isminde bir cariyesi vardı, onu çağırdı ve dedi ki:"Bugün, benim kapımdan yemek yemeden hiçbir dilenci geçip gitmeyecektir. Çünkü bugün cumadır." Gizlice sadaka vermesi: İmam'ın (a.s) en sevdiği şey, gizlice sadaka vermekti. Kimsenin, sadaka verirken kendisini tanımasını istemiyordu. O, kendisiyle infakta bulunduğu yoksullar arasında Allah için sevme esasında bir bağ kurmak istiyordu. Yoksul kardeşleriyle arasındaki bağı İslâm ile güçlendiriyordu. Gizli sadaka vermeye teşvik ediyor ve şöyle diyordu: Gizli sadaka vermek Rabbin gazabını söndürür.

Onuru ve İzzet-i Nefsi İmam Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in (a.s) niteliklerinden biri de, onurluluğu ve izzet-i nefis sahibi oluşuydu. Bu nitelik ona, babası şehitlerin efendisi Hüseyin'den (a.s) miras kalmıştı. Ki Hüseyin (a.s), döneminin tağutlarına şöyle haykırmıştı: Allah'a yemin ederim, zeliller gibi elimi size vermeyeceğim ve köleler gibi emirlerinizi onaylamayacağım. Bu olgu, İmam Zeynelabidin'in (a.s) kişiliğinde şu sözlerde somutlaşmıştı: Nefsimin zelil kılınmasına karşılık kızıl develerimin olmasını istemem. İzzet-i nefis ile ilgili olarak da şöyle buyurmuştur: Kim kendi değerini bilse, dünya onun gözünde önemsizleşir. Zühdü

 İmam (a.s), yaşadığı dönemde insanların en zahidi (dünyadan ve dünya nimetlerinden uzak duran) olarak ün salmıştı. Hatta Zührî'ye, "İnsanların en zahidi kimdir?" diye sorulduğunda, "Ali b. Hüseyin." cevabını vermişti. İmam (a.s), bir gün ağlayan bir dilenci gördü. Adamın durumuna üzüldü ve şöyle dedi: Eğer bütün dünya şu adamın avucunda olsaydı ve düşüp kaybolsaydı, yine de bu şekilde ardından ağlamaya değmezdi. Allah'a Yönelişi Tarihçiler anlatıyor: İmam (a.s), bir gün yolda yürürken, zengin bir a-damın kapısında oturmuş bir adam gördü. Hemen a-damın yanına gitti ve şöyle dedi: "Varlık içinde şımarmış bu zorba adamın kapısında niçin oturuyorsun?" Adam: "Yoksulluktan dolayı oturuyorum." İmam ona dedi ki: "Kalk, sana onun kapısından daha hayırlı bir kapı, ondan daha hayırlı bir rab göstereyim…" Adam onunla beraber kalkıp Resulullah'ın (s.a.a) mescidine gitti. İmam ona namazı, duayı ve Kur'ân okumayı öğretti. İhtiyaçlarını Allah'tan istemesini, O'nun sağlam kalesine sığınmasını tavsiye etti. Ailesiyle İlişkileri İmam Zeynelabidin (a.s), ailesine karşı insanların en şefkatlisi, en çok iyilik yapanı ve en merhametlisiydi. Kendini onlardan ayrı ve ayrıcalıklı tutmazdı. Şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir pazara girsem, yanımda dirhemler olsa, bunlarla, uzun süreden beri et yemeyen ailem için et satın alsam, bu, bir köle azat etmekten daha sevimli gelir bana. Ailesinin rızkını temin etmek için sabah erkenden evden çıkardı. İmam'a (a.s): "Nereye gidiyorsun?" diye sorulduğunda: "Sadaka vermeden önce, aileme sadaka vereceğim." derdi.

Anne ve Babasıyla Münasebetleri İmam (a.s), mürebbiyesinin, annesinin kendisine aktardığı bütün iyilikleri en güzel şekilde karşılamaya çalışırdı. Annesine yönelik iyiliği o düzeye varmıştı ki, annesiyle birlikte yemek yemezdi. Bu davranışını duyan insanlar onu kınayacak oldular ve ısrarla bunun sebebini sordular: "Sen, insanların en iyisi ve akrabalık bağlarını en çok gözetenisin. Niçin annenle birlikte yemek yemezsin?" Onlara öyle bir cevap verdi ki, dünyada bunun gibi edep ve kemal timsali olan bir söz daha duyulmamıştır: Annemle birlikte yemek yersem, onun gözünün iliştiği bir lokmayı, elimin ondan önce almasından, dolayısıyla anneme asi olmaktan korkuyorum. Oğullarıyla Münasebetleri İmam Ali b. Hüseyin'in (a.s) oğullarıyla münasebetleri, yüksek İslâmî terbiye temelinde belirginleşmişti. İmam (a.s), oğullarına bazı vasiyetlerde bulunmuştu ki, bu vasiyetler, hayat sürecinde davranışlarının şekillenmesinde etkin bir yöntem olsunlar: 1- Oğlum! Beş kişiye dikkat et, onlarla arkadaşlık etme, onlarla sohbet etme, onlarla yola çıkma. Oğlu: "Bunlar kimlerdir?" diye sordu. Dedi ki: Yalancıdan uzak dur. Çünkü yalancı serap gibidir, sana uzağı yakın, yakını da uzak gibi gösterir. Günah işleyenden uzak dur. Çünkü günahkâr, bir lokma veya bundan daha az bir değer karşılığında seni satar. Cimriden uzak dur. Çünkü cimri, senin en çok muhtaç olduğun bir anda malını vermeyerek seni yüzüstü bırakır. Bir de akrabalık bağlarını gözetmeyen kimse-den uzak dur. Çünkü ben, onun Allah'ın kitabında lanetlendiğini gördüm… 2- Oğlum! Felaketlere karşı sabırlı ol, insanların haklarına tecavüz etme; sana vereceği zarar, sana sağlayacağı yarardan büyük olan bir şeyi yapmaya seni çağıran kardeşine icabet etme… 3- Oğlum! Allah seni bana tercih etmemiştir, dolayısıyla sana benim hakkımda tavsiyede bulunmuştur. Ama beni sana tercih ettiği için beni senin hakkında (haklarınla ilgili) uyardı. Bil ki, oğulları için babaların en hayırlısı, sevgileri, onlar hakkında gevşek davranmaya neden olmayanlardır. Babalar için oğulların en hayırlısı da, vazifelerini onlara karşı yerine getirmeyerek, onlara karşı asi olmayan kimselerdir.

İkinci Bölüm ● İmam Zeynelabidin'in (a.s) Doğumu ● İmam Zeynelabidin'in (a.s) Hayatının Aşamaları ● İmam Zeynelabidin (a.s) Doğumdan İmamete

İmam Zeynelabidin'in Doğumu İmam (a.s), yüksek terbiyenin bütün koşullarının içinde bulunduğu bir ortamda büyüdü. Bu denli yüksek bir terbiye ortamının başkası için oluştuğu görülmemiştir. Bu yüksek İslâmî terbiye ortamı, onun kişiliğinin şekillenmesi üzerinde eşsiz bir etkinlik göstermişti. Hayatının daha ilk günlerinden itibaren dedesi Emirü'l-Müminin Ali b. Ebu Talib (a.s), onun yetişmesiyle ilgileniyor, onu gözetiyor ve ruhunun nurlarını ona yansıtıyordu. Ki bu nur, baştanbaşa tüm âlemi kaplıyordu. Torun hakikaten, dedesinin dosdoğru bir suretiydi, tıpkısıydı. Onu taklit ediyor, kişiliği ve ruhsal şekillenmesi itibariyle onu örnek alıyor, onu yansıtıyordu. İmam (a.s), tertemiz amcası, cennet gençlerinin efendisi, Resulullah'ın gülü ve ilk torunu Hasan el-Mücteba'nın (a.s) da kucağında büyüdü. İmam (a.s), bu seneler boyunca, özgürlük savaşçılarının babası, şehitlerin efendisi İmam Hüseyin b. Ali'nin (a.s) gölgesinde yetişti. İmam Zeynelabidin (a.s) hicrî 36 tarihinde Basra'nın fethedildiği gün şaban ayının beşinde Medine'de dünyaya geldi. Henüz İmam Ali (a.s), başkenti Medine'den Kûfe'ye taşımamıştı. Medine'de hicrî 94 veya 95 tarihinde de vefat etti. Annesi

 Annesinin adı "Şehrbanu" veya "Şehrbanuye" yahut "Şah-zenan"dır. Son İran Kisrası Yezdicerd'in kızıdır. Bazıları, İmam'ın (a.s) annesinin, İmam'ı (a.s) doğurduktan sonra, loğusalık günlerinde vefat ettiğini, dolayısıyla ondan başka da çocuk doğurmadığını söylemişlerdir.

 Künyeleri

 İmam'ın (a.s) künyeleri; Ebu'l-Hasan, Ebu Muhammed, Ebu'l-Hüseyin ve Ebu Abdullah'tır.

Lakapları

 Zeynü'l-Abidin (İbadet Edenlerin Süsü), Zu's-Sefinat (Na-sırlar Sahibi), Seyyidu'l-Abidin (İbadet Edenlerin Efendisi), Kudve-tu'z-Zahidin (Zahitlerin Önderi), Seyyidu'l-Muttakin (Muttakilerin Efendisi), İmamu'l-Müminin (Müminlerin İmamı), el-Emin (Güvenilir), es-Seccad (Çok Secde Eden), ez-Zeki (Çok Temiz, Arınmış), Zeynu's-Salihin (Salihlerin Süsü), Menaru'l-Kanitin (Gönülden Kulluk Edenlerin Işık Kaynağı), el-Adl (Çok Adil), İmamu'l-Ümmet (Ümmetin İmam'ı) ve el-Bekka (Çok Ağlayan). Bu lakaplar içinde es-Seccad ve Zeynü'l-Abidin (Zeynelabidin) ünlenmiştir. Tarihçiler, bu mübarek lakapların bir kısmına ilişkin tarihsel gerekçeleri açıklayan rivayetler aktarmışlardır: 1- Değerli sahabî Cabir b. Abdullah el-Ensarî'nin şöyle dediği rivayet edilir: Bir gün Resulullah'ın (s.a.a) yanında oturuyordum. Kucağında Hüseyin vardı ve onunla oynuyordu. Bu-yurdu ki: "Ey Cabir! Onun bir oğlu dünyaya gelecek, adı Ali olacak. Kıyamet günü, bir münadi şöyle seslenecek: 'Seyyidu'l-Abidin (İbadet Edenlerin Efendisi) kalksın!' dediği zaman, onun oğlu kalkacak. Sonra onun Muhammed adında bir oğlu olacak. Onu gördüğün zaman, ey Cabir, benden ona selâm söyle!" İmam Bâkır'ın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir: Babamın secde ettiği uzuvlarında kabartılar olurdu, secde yerleri nasır tutardı. Bunları senede iki kez koparırdı. Her seferinde beş nasırı keserdi. Bu yüzden babama          Zu's-Sefinat (Nasırlar Sahibi) denilirdi. 4- Yine İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) babasının çok secde etmesiyle ilgili olarak şöyle rivayet edilmiştir: Allah'ın kendisine verdiği her nimete karşılık mutlaka secde ederdi. Allah'ın kendisinden uzaklaştırdığı her kötülüğe karşılık mutlaka secde ederdi. Farz namazlarından birini tamamlayınca mutlaka secde ederdi. Secde izi, secde ettiği organlarının tümünde görünürdü. Bu yüzden, Seccad (Çok Secde Eden) diye isimlendirildi.

İMAM ZEYNELABİDİN'İN (a.s) HAYATININ AŞAMALARI Diğer Ehl-i Beyt İmamları gibi İmam Zeynelabidin'in (a.s) hayatı da birbirinden farklı özellikler arz eden iki belirgin aşamaya ayrılır: 1- İmamlık ve önderlik misyonunu fiilen üstlenme öncesindeki aşama. 2- Önderliği fiilen ele almaktan şahadete kadarki aşama. İmam Zeynelabidin (a.s) hayatının ilk aşamasında dedesi İmam Emirü'l-Müminin'in (a.s), amcası İmam Hasan Mücteba'nın (a.s) ve babası İmam Hüseyin Seyyidu'ş-Şüheda'nın (a.s) himayesinde büyüdü. Bu aşama, yirmi yıla aşkın bir süreyi kapsar. İmam Zeynelabidin (a.s), hayatının ilk aşamasını büyük zorluklar içinde geçirdi. Bu aşamada dedesi, amcası ve babası ile birlikte zorluklara göğüs gererek hayatını sürdürdü. Böylece, ön hazırlıklarını Muaviye b. Ebu Süfyan'ın gerçekleştirdiği, fiilî uygulamasını ise alenen günah işleyen, İslâm topraklarında Allah'ın hükmünü ayaklar altına alan oğlu Yezid'in üstlendiği unutulmaz Aşura katliamında babasının, ailesinden seçkin insanların ve gözde ashabının şehit düşmesinden sonra imamlık ve önderlik sorumluluğunu üstlendi. Mübarek hayatının ikinci aşaması ise, ömrünün otuz yıla aşkın bir dönemine tekabül etmiştir. Bu dönemde Yezid b. Muaviye'nin, Muaviye b. Yezid'in, Mervan b. Hakem'in ve Abdulmelik b. Mervan'ın tahta çıkışlarını gördü. Sonra Ve-lid b. Abdulmelik b. Mervan'ın emriyle kanlı Emevî eli ona karşı bir suikast gerçekleştirdi ve hicrî 94 veya 95 senesinde muharrem ayının yirmi beşinde şehit edildi. Böylece 57 senelik veya bundan biraz kısa bir ömrü sona erdi. İmamlık ve önderlik süresi, 34 sene sürmüştü.

Doğuştan imamete kadar İMAM ZEYNELABİDİN (a.s) İmam Zeynelabidin'in (a.s) Kerbelâ faciası öncesindeki hayatı, yani doğumdan babasının (a.s) şehit edilmesine kadarki dönem, hicrî 36 veya 38'den hicrî 61 tarihine kadarki süreyi kapsar.İmam'ın (a.s), çocukluk ve gençliği Muaviye b. Ebu Süfyan'ın egemenliği dönemine rastlar. Bu dönem öncelikle çalkantılı geçmesiyle belirginleşmişti. Sonra Irak'ta halkın yoğun baskılar altında tutulması izledi. Ardından Hicaz'da kriz çıktı. En önemlisi, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünneti kaldırılarak bidatler etkin hâle getirildi. Hicrî 41 ile 60 arasındaki dönemin ayırıcı özelliği, Irak'ta Ehl-i Beyt'e (üzerlerine selâm olsun) tâbi olanlara karşı ağır baskıların ve ezme    politikalarının uygulanmasıydı. Müslümanlar, ilk kuşak Müslümanların gör-düklerinden çok daha ağır eziyetler görüyorlardı. Çünkü yaklaşık yirmi yıl süren Muaviye'nin iktidarı döneminde Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetinin bilinçli bir şekilde hayattan silindiğini görüyorlardı. Bidat almış başını gidiyor, hilafet yönetimi yerine krallık egemen olmuştu. Müslümanların yönetimi, öyle bir ailenin mensuplarının eline geçmişti ki, bunlar, İslâm'ı ve Müslümanları yeryüzünden silmek için ellerinden gelen tüm imkânları kullanmaktan geri durmuyorlardı. O kadar ki, Sakif-oğulları kabilesinden bir veled-i zina, bir içki satıcısının tanıklığıyla Muaviye'nin kardeşi oluvermişti. Sözünde durmak ve verilen güvenceye bağlı kalmak bu diyardan uçup gitmişti. Kendisine her türlü güvence verildikten sonra Hucr b. Adiy öldürülmüştü. Muaviye'nin kurduğu bir plânla Eş'as b. Kays'ın kızı Cu'de, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) torunu olan kocası Hasan Mücteba'ya (a.s) zehir vermişti. Bütün bunların sonucu olarak, gerek Şam'da, gerekse Irak'ta İslâmî hükümetin tek bir görüntüsü dahi kalmamıştı. Şam ve Irak o dönemde iki önemli merkezi temsil ediyorlardı. Bütün bunların sonucu olarak, gerek Şam'da, gerekse Irak'ta İslâmî hükümetin tek bir görüntüsü dahi kalmamıştı. Şam ve Irak o dönemde iki önemli merkezi temsil ediyorlardı.

Muaviye'nin Ölümünden Sonra Irak'ta Siyasal Durum Muaviye ölünce, Irak'ta kümelenmiş iki grup, bekledikleri fırsatın doğduğunu düşündü: 1- Dindarlar grubu: Bunlar Müslümanların çektikleri acıları yüreklerinde hissediyorlardı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünnetinin ortadan kaldırılmış olması, onları derin hüzünlere boğmuştu. Amaçları, krallık düzenini yıkmak ve en azından geçmiş halifeler devrinde olduğu gibi İslâmî bir hükümet kurmaktı. 2- Sapkın politikacılar grubu: Bunların bütün derdi iktidarı ele geçirmekti. Şam'ın Irak'a egemenliğine son vermek peşindeydiler. Irak önemli hadiselerle çalkalanırken, Şam'da bambaşka bir hava hâkimdi.

Babası Muaviye öldüğünde Yezid, Havareyn köyünde bulunuyordu. Şam valisi Dahhak b. Kays'ın yardımıyla Şam'a gelip Müslümanların halifesi olduğunu ilan etti. Daha ilk günlerinde kendisine muhalefet etmelerinden korktuğu kişilerle ilgili endişelerini dışa vurmaya başladı. Halifeliğinin ilk günlerinde Medine valisine mektup yazarak kendisi adına Hüseyin b. Ali (a.s), Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr'den biat almasını istedi. Hüseyin'in (a.s) Yezid'e biat etmeyeceği baştan belliydi. İbn Zübeyr kendisini halife ilan etmişti, ancak halk onu görmezlikten geliyordu. İbn Ömer'in ise bu konjonktürde bir rolü olamazdı; biat etmesi veya etmemesi Yezid'in halifeliğine bir zarar verecek değildi. Bundan dolayı Yezid, sadece Hüseyin b. Ali'den (a.s) korkuyordu. Onun tavrı bir an önce belli olsun istiyordu.

Zeynelabidin'in (a.s) İmamlığına Dair Nass Resulullah (a.s), tertemiz Ehl-i Beyt'inden On İki İmam'ı açık bir şekilde bildirmiştir; isimlerini ve niteliklerini belirterek onlara işaret etmiştir. Öte yandan her İmam da, şehit edilmeden önce, değişik yerlerde ve çağının koşullarına uygun olarak kendisinden sonraki Masum İmam'ı nass ile göstermiştir. Bazen bu nass yazılır ve gizlice birine verilirdi. İmam Hüseyin'in (a.s), oğlunun imamlığına dair ifade ettiği nass olarak Şeyh Tusî'nin İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) rivayet ettiği şu hadisi örnek gösterebiliriz: Hüseyin (a.s), Irak'a hareket edince Peygamber'in (s.a.a) eşi Ümmü Seleme'ye bir vasiyet, bazı kitaplar ve başka şeyler emanet olarak bıraktı ve ona dedi ki: "Sana en büyük oğlum geldiği zaman verdiğim şeyleri ona ver." Hüseyin (a.s) şehit edilince, Ali b. Hüseyin (a.s) Ümmü Seleme'nin yanına geldi, o da Hüseyin'in (a.s) kendisine bıraktığı bütün emanetleri ona verdi. Aşura Günü İmam Zeynelabidin (a.s) İmam Zeynelabidin (a.s), babası, Peygamber'in (s.a.a) torunu Hüseyin'in (a.s) tağutlara karşı verdiği savaşa katıldı. Ancak o; babası, ailesinden seçkin şahsiyetler ve arkadaşları ile birlikte şahadet şerbetini içemedi. Çünkü Allah, babasından sonra ümmetin önderliğini üstlensin, kendisi için hazırlanan rolü oynasın, dedesinin risaletini azgın sorumsuzların elinde oyuncak hâline gelmekten, batıl taraftarlarının saptırıcı çarpıtmalarından, İslâm'ın merkezine hâkim olan ve gün geçtikçe etkinliğini artıran bidatlerin yıkıcı etkilerinden muhafaza etsin diye onu korumuştu. Bu da onun Aşura vakasında hastalanmasıyla gerçekleşmişti. Üçüncü Bölüm ● İmam Zeynelabidin (a.s) Kerbelâ'dan Medine'ye ● İmam Zeynelabidin (a.s) Medine'de ● İmam Zeynelabidin'in (a.s) Şehit Edilmesi

Aşura Trajedisinden Sonra İmam Zeynelabidin Tarihçiler, olayı bizzat gören bir tanığın şu sözlerini aktarırlar: Hicrî 61 senesinin muharrem ayında Kûfe'ye gitmiştim. O sırada Hüseyin b. Ali (a.s) ve kadınlar Kerbelâ'dan getiriliyordu. Çevrelerini askerler sarmıştı. İnsanlar onları görmek için evlerinden çıkmışlardı. Onları eğersiz, semersiz bir şekilde develere bindirilmiş hallerini görünce, Kufeli kadınlar ağlamaya ve göğüslerini dövmeye başladılar. Bu sırada hastalıktan bitkin düşmüş, boynunda demir bir halka, elleri boynuna kelepçelenmiş Ali b. Hüseyin'in (a.s) cılız bir sesle şöyle dediğini duydum: "Şu kadınlar ağlıyorsa, bizi kim öldürdü?" İmam Seccad (a.s), İbn Ziyad'ın yanına götürülürken: – Kimsin sen? dedi. – Ben, Ali b. Hüseyin'im, dedi. Dedi ki: – Allah, Ali b. Hüseyin'i öldürmemiş miydi? İmam Ali (a.s) dedi ki: – Ali isminde bir kardeşim daha vardı, insanlar onu öldürdü. Bunun üzerine İbn Ziyad: – Aksine, Allah onu öldürdü, dedi. Ali b. Hüseyin (a.s): – Allah, öleceği zaman ölen kişinin canını alır, dedi. Bu cevap karşısında İbn Ziyad öfkelendi ve: – Bana cevap verme küstahlığında bulunabiliyorsun, dedi. Gördüğüm kadarıyla bana karşı çıkma duygusunu hâlâ içinde taşıyorsun! Götürün bunu ve boynunu vurun. Halası Zeyneb, İmam'ın önüne atıldı ve şöyle dedi: "Ey İbn Ziyad! Bu kadar kanımızı döktüğün yetmez mi? Sonra İmam'ın (a.s) boynuna sarıldı ve şöyle dedi: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki, onu bırakmayacağım. Eğer onu öldürürsen, beni de onunla beraber öldürmen gerekir." Ali (a.s) halasına şöyle dedi: "Sus, halacığım! Bırak onunla ben konuşayım." Sonra İbn Ziyad'a döndü ve şöyle dedi: Beni öldürmekle mi tehdit ediyorsun, ey İbn Zi-yad! Öldürülmenin bizim için gelenek olduğunu ve Allah katındaki onurumuzun da şahadet olduğunu bilmiyor musun? Sonra İbn Ziyad, Ali b. Hüseyin (a.s) ve ailesinin büyük mescidin yanındaki bir eve götürülmelerini emretti. Sabah olunca İbn Ziyad, İmam Hüseyin'in (a.s) kesik başının getirilmesini istedi. Kesik baş, Kûfe'nin bütün sokaklarında ve kabileler arasında dolaştırıldı. Kesik başın Kûfe sokaklarında halk arasında dolaştırılma işi tamamlanınca, sarayın kapısına getirildi. Sonra İbn Ziyad, Kerbelâ'da öldürülenlerin kesik başlarını Kûfe'de ağaçların başlarına dikerek teşhir etti. Daha önce Müslim b. Akil'in kesik başını Kûfe'de teşhir ettiği gibi. İbn Ziyad, Yezid'e bir mektup yazarak Hüseyin'in (a.s) öldürüldüğünü ve ailesinin durumunu ona bildirdi. Aynı şekilde Medine emîri Amr b. Sa'd b. As'a da -o da Emevî sülalesindendir. Hüseyin'in (a.s) öldürüldüğü haberini iletti. İbn Ziyad'ın mektubu Şam'a ulaşınca, Yezid, Hüseyin'in (a.s) ve onunla beraber öldürülen diğer insanların kesik başlarının kendisine gönderilmesini emretti. Bunun üzerine İbn Ziyad, Hüseyin'in (a.s) eşlerine ve çocuklarına hazırlanmalarını emretti. Ali b. Hüseyin'in (a.s) de boynuna zincir vurulmasını istedi. Sonra onları Muceffer (Muhaffez) b. Sa'lebe el-Aizî ve Şimr b. Zilcevşen'le birlikte kesik başları taşıyan kafilenin ardından gönderdi. Develere bindirilmişlerdi. Onlar da kafileyi, tıpkı kâfir esirlerin götürüldükleri gibi götürdüler. Böylece kesik başları götüren kafileye yetiştiler. Şam'a ulaşıncaya kadar Ali b. Hüseyin (a.s) onlardan hiç kimseyle bir kelime dahi konuşmadı.

Ehl-i Beyt Esirleri Şam'da Şam, Müslümanlar tarafından fethedildiği günden beri, Halid b. Velid ve Muaviye b. Ebu Süfyan gibi kişiler tarafından yönetilmişti. Şamlılar Hz. Peygamber'i (s.a.a) görmemişlerdi, onun hadislerini doğrudan ondan dinlememişlerdi. Hz. Peygamber'in (s.a.a) ashabının hayat tarzına da onların yanında bizzat gözlemlemek suretiyle tanık olmuş değillerdi. Gerçi Hz. Peygamber'in (s.a.a) ashabından az sayıdaki bazı kimseler Şam'a yerleşmişlerdi, fakat onların halk üzerinde pek bir etkileri yoktu. Sonuç olarak Şamlılar, Muaviye b. Ebu Süfyan ve adamlarının hayat tarzının Müslümanların sünneti olduğunu düşünüyorlardı. Öte yandan Şam bölgesi uzun asırlar Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altında kalmıştı. Bu yüzden aşağıdaki olaya benzer olayları tarih kitaplarında okuduğumuz zaman şaşırmıyoruz: Hz. Muhammed'in (s.a.a) ailesinin esirleri Şam'a girdiği zaman yaşlı bir adam İmam Seccad'a (a.s) yaklaştı ve: – Sizi mahveden ve emîrin sizi yenmesini sağlayan Allah'a hamdolsun, dedi. İmam (a.s): – Ey yaşlı adam! Sen Kur'ân'ı okudun mu? diye sordu. Yaşlı adam: – Evet, okudum, dedi. İmam (a.s): – Peki: "De ki: Ben sizden akrabalarımı sevmenizden başka bir ücret istemiyorum." ayetini okudun mu? dedi. Yaşlı adam: – Evet, dedi. İmam: – Ey yaşlı adam! İşte Peygamber'in (s.a.a) o akrabaları biziz, dedi. Sonra şöyle dedi: – " Akrabalara hakkını ver." ayetini okudun mu? – Evet, bu ayeti okudum, dedi. Buyurdu ki: – Ey Yaşlı adam! O akrabalar biziz. Peki: "Bilin ki, ganimet olarak aldığınız şeyin beşte biri Allah'ın, Resulü'nün ve akrabalarındır." ayetini okudun mu? – Evet, dedi. İmam (a.s) dedi ki: – O akrabalar, biziz. Sonra tekrar sordu: – Ey Yaşlı adam! "Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister."ayetini okudun mu? Yaşlı adam: – Evet, dedi. İmam (a.s) dedi ki: – İşte yüce Allah'ın, özel olarak haklarında tathir ayetini indirdiği Ehl-i Beyt biziz." Yaşlı adam: – Allah hakkı için, siz onlar mısınız? dedi. İmam (a.s) buyurdu ki: Allah'a andolsun ki, biz onlarız, bunda hiçbir kuşku yoktur. Dedemiz Resulullah'ın (s.a.a) hakkı için biz onlarız. Yaşlı adam ağlamaya başladı. Sarığını çıkarıp yere attı ve ellerini göğe kaldırarak şöyle dedi. – Allah'ım! Âl-i Muhammed'in (s.a.a) düşmanlarından teberri ederek sana yöneliyorum. Tarihçiler anlatıyor: Hüseyin (a.s) öldürülüp, Ali b. Hüseyin (a.s) de Kerbelâ'dan getirilince, İbrahim b. Talha b. Ubeydul-lah onu karşıladı ve "Ey Ali b. Hüseyin, kim galip geldi?" diye sordu. Devenin hörgücünde ve başını örtmüş vaziyetteydi. Ali b. Hüseyin (a.s) ona şöyle dedi: "Kimin galip geldiğini bilmek istiyorsan, namaz vakti girdiğinde ezan oku ve kamet getir." Ali b. Hüseyin'in (a.s) cevabı şu anlama geliyordu: Mücadele; ezan, Allah'ın ululanması ve Allah'ın birliğinin vurgulanması uğruna verilmişti. Haşimoğulları'nın iktidara gelmesi için değildi. İmam Hüseyin'in, ailesinden seçkin kimselerin ve arkadaşlarının şehit düşmesi, Muhammedî İslâm'ın, Emevî cahiliyesine ve onların safındayer alıp da iman ve İslâm'ın tadını almamış diğer sapıklara karşı bekasını ve kalcılığını sağlamıştı.

İmam (a.s) Yezid'in Meclisinde Hz. Hüseyin'in (a.s) kesik başı, eşleri ve ailesinden geride kalanlar Yezid'in sarayına götürüldü. İple birbirlerine bağlanmışlardı. Zeynelabidin (a.s) de zincire vurulmuştu. Yezid'in önünde bu halde durdurulduklarında Yezid, Husayn b. Hamam el-Merrî'nin şu beytini okudu: Birtakım adamların başlarını yararız ki üstündüler Ve onlar asi ve zalim olmuşlardı. Ve şu ayeti okudu: Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Allah çoğunu affeder. İmam Ali b. Hüseyin (a.s) ona şu ayetlerle cevap verdi: Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlere şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Tarihçiler, Hz. Hüseyin'in (a.s) kızı Fatıma'nın şöyle dediğini anlatıyorlar: Yezid'in önünde oturduğumuz zaman, bize acıdı. Şamlılardan kızıl suratlı bir adam Yezid'in yanına geldi ve "Ey müminlerin emîri! Şu cariyeyi beni kastederek bana hediye et." dedi. Bunu yapabileceklerini zannettim ve halam Zeyneb'in elbisesinden tuttum. O ise, böyle bir şeyin olmayacağını biliyordu. Halam Şamlıya şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim, yalan söylüyorsun. Allah'a andolsun kınanacak bir teşebbüste bulundun. Bunu ne sen, ne de o yapabilir!" Yezid kızdı ve şöyle dedi: "Asıl sen yalan söylüyorsun. Bu iş benim elimdedir. Eğer bu işi yapmak istesem yaparım." Halam şöyle dedi: "Asla! Allah'a yemin ederim ki, Allah sana böyle bir yetki vermemiştir. Ancak bizim dinimizden çıkıp başka bir dine girmen başka." Yezid öfkeden ne yapacağını bilemiyordu. Dedi ki: "Bana bu şekilde mi cevap veriyorsun? Dinden çıkan, senin baban ve kardeşindir." Zeyneb şöyle dedi: "Allah'ın dini, babamın dini ve kardeşimin diniyle, eğer Müslüman isen sen, deden ve baban doğru yolu buldunuz. Yezid: "Yalan söylüyorsun, ey Allah'ın düşmanı kadın!" dedi. Zeyneb dedi ki: "Ey emîr! Haksız yere sövüyorsun ve saltanatını kullanarak baskı uyguluyorsun." Yezid bu söz karşısında utanır gibi oldu ve sustu. Şamlı adam bir kez daha Yezid'e döndü ve "Şu cariyeyi bana hediye et." dedi. Yezid ona: "Kaybol! Allah, sana ansızın ölümü hediye etsin." Yezid'in, İbn Ziyad'ın Kûfe'de sarf ettiği sözlerden daha az sert ve az kırıcı bir dil kullanması, İbn Ziyad'ın, efendisine bağlılığını gösterme gereğini duymasına, Yezid'in ise böyle bir şeye ihtiyacının olmamasına bağlanabilir. Belki de Yezid, Hüseyin'i (a.s) öldürmekle, Peygamber'in (s.a.a) ailesini esir almakla kendisine sert tepkilerin yöneldiğini anlamış ve bu yolla bu tepkileri yumuşatmak istemişti. O günlerde Yezid, Şam hatibine minbere çıkmasını ve Hüseyin (a.s) ile babasını (a.s) kötülemesini emretti. Bu sırada mescitte bulunan İmam Zeynelabidin (a.s) ona şöyle haykırdı: Yazıklar olsun sana, ey hatip! Yaratıcının gazabına karşılık yaratılmışın hoşnutluğunu satın aldın. Öyleyse cehennemde kurulacağın yere şimdiden hazırlan. İmam (a.s), Yezid'e döndü ve şöyle dedi: Şu ağaçların üzerine çıkmama izin verir misin? Bazı sözler söylemek istiyorum ki, bu sözler Allah'ın rızasını içerdiği gibi, şu oturanlar için de ecir ve sevap sebebi olur. Orada bulunanlar, esir olduğu hâlde, bu hasta delikanlının hatibe ve Emîr'e karşı çıkmasına şaşırmışlardı, adeta donup kalmışlardı. Yezid, izin vermeye yanaşmadı. Oturanlar, delikanlıya izin vermesi için ısrar ettiler. Yezid'in, halkın isteğini kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. İmam (a.s), minberin ağaç merdivenlerinin üzerine çıktı ve Allah'a hamdüsenadan sonra sözlerine şöyle başladı: Ey İnsanlar! Bize altı haslet verildi ve yedi hususta herkesten üstün kılındık: Bize; ilim, ağırbaşlılık, hoşgörü, fesahat, cesaret ve müminlerin kalbinde sevgi verildi. Biz başkalarından üstün tutulduk; çünkü seçilmiş peygamber Muhammed (s.a.a) bizdendir, es-Sıddık (Ali) bizdendir, et-Tayyar (Cafer) bizdendir. Allah'ın ve Resulü'nün aslanı (Ali) bizdendir. Dünya kadınlarının efendisi Fatıma Betül bizdendir. Şu ümmetin iki torunu ve cennet gençlerinin iki efendisi bizdendir. Ailesine ilişkin bu tanıtıcı girişten sonra, erdemlerini açıklamaya başladı ve buyurdu ki: Beni tanıyan tanır. Tanımayanlara ise, soyumu ve nesebimi tanıtayım. Ben, Mekke'nin ve Mina'nın çocuğuyum. Ben Zem-zem'in ve Safa'nın çocuğuyum. Ben, eteğinin içinde zekâtı yoksullara taşıyanın çocuğuyum. Ben, örtü ve rida giyinenlerin en hayırlısının oğluyum. Ben, (ihram hâlinde) nalın giyen ve yalın ayak gezenlerin en hayırlısının oğluyum. Ben, tavaf edenlerin ve saiy yapanların en hayırlısının oğluyum. Ben, hac edenlerin ve telbiye getirenlerin en hayırlısının oğluyum. Ben, Burak sırtında göğe götürülenin oğluyum. Ben, Mescid-i Haram'dan bir gece vakti Mescid-i Aksa'ya yürütülenin oğluyum. Gece vakti yürüten münezzehtir. Ben, Cebrail'in Sidretu'l-Münteha'ya götürdüğü peygamberin oğluyum. Ben, yaklaşan, ardından sarkan sonra iki yay gibi yakınlaşanın oğluyum. Ben, gökte meleklerle namaz kılanın oğluyum. Ben, celil olan Allah'ın vahyetmek istediğini vahyettiğinin oğluyum. Ben, Muhammed Mustafa'nın (s.a.a) oğluyum. Ben, Ali el-Murteza'nın oğluyum. La ilâhe illallah deyinceye kadar insanların (kibirli) burunlarına vuranın oğluyum. Ben, Resulullah'ın (s.a.a) tam önünde iki kılıçla vuruşan, iki mızrakla saldıran, iki kere hicret eden, iki defa biat eden, Bedir ve Huneyn'de savaşan ve bir göz açıp kapama anı kadar kısa bir süre dahi Allah'ı inkâr etmemiş olanın oğluyum. Ben, müminlerin en salihinin, peygamberlerin vârisinin, dinsizleri kesenin, Müslümanların hamisinin, mücahitlerin nurunun, abidlerin süsünün, ağlayanların tacının, sabredenlerin en sabırlısının, Yâsîn ailesinin ve âlemlerin Rabbinin Elçisi'nin soyunun en çok kıyam edeninin oğluyum. Ben, Cebrail tarafından desteklenmiş, Mikail tarafından yardım edilmiş; biatlerini bozan, günaha sapan ve dinden çıkanlara karşı savaşan, Nasıbî (söven) düş-manlarına karşı cihat eden, bütün Kureyş kabilesinden yeryüzünde yürüyenlerin en onurlusu, müminler içinde en önce icabet eden, Allah için çağrıya koşan, öncekilerin en ilki, azgınları ayrıştıran, müşriklerin kökünü kurutan, Allah'ın attığı oklardan biri, Allah'ın hikmetinin bahçesi olanın oğluyum… İşte niteliklerini saydığım bu adam benim dedem, Ali b. Ebu Talib'dir. Ben, Fatimetu'z-Zehra'nın oğluyum. Kadınların efendisinin oğluyum. Ben, tertemiz Betül'ün oğluyum. Ben, Resul'ün (s.a.a) ciğerparesinin oğluyum. Ben, kanlara boyanmışın oğluyum. Ben, Kerbelâ'da kurban e-dilmişin oğluyum. Ben, karanlıklarda cinlerin üzerine ağladığı, gökte kuşların yasını tuttuğu Hüseyin'in oğluyum. İmam (a.s): "Ben… Ben…" dedikçe, insanlar hıçkırıklara boğuluyordu. Yezid, bir kargaşanın çıkmasından, istenmeyen sonuçların doğmasından korktu. İmam'ın konuşması, bir düşünce devrimi meydana getirmişti. Çünkü kendisini Şamlılara tanıtmış, şimdiye kadar bilmedikleri gerçeklerle ilgili olarak kuşatıcı bilgilere sahip olmalarını sağlamıştı. İmam'ın (a.s) sözlerini kesmesi için, Yezid, müezzine e-zan okumasını işaret etti. Müezzin: "Allahu Ekber" diye haykırınca, İmam ona döndü ve şöyle dedi: Bir başkasıyla mukayese edilmeyecek, duyularla algılanamayacak kadar büyük olan birini ululadın. Allah'tan daha büyük hiçbir şey yoktur. Müezzin: "Eşhedu en la ilâhe illallah" deyince, İmam (a.s) şöyle dedi: Tüylerim, derim, etim, kanım, beynim ve kemiklerim buna şahitlik eder. Müezzin: "Eşhedu enne Muhammeden Resulullah" deyince, İmam (a.s), Yezid'e döndü ve şöyle dedi: Ey Yezid! Bu Muhammed senin deden midir, yoksa benim dedem mi? Eğer senin deden olduğunu iddia edersen, kuşkusuz yalan söylemiş olursun. Eğer benim dedem olduğunu söylersen, o zaman, şöyle sorarım: "Niçin onun Ehl-i Beyt'ini öldürdün?" Yezid dona kaldı, cevap verecek mecal bulamadı kendinde. Çünkü yüce Peygamber (s.a.a), Seyyidu'l-Abidin'in dedesiydi. Yezid'in dedesi ise, Peygamber'in (s.a.a) baş düşmanı Ebu Süfyan'dı. Şamlılar, büyük bir günahın içinde boğulduklarını iyice anladılar. Emevî yönetiminin sapmaları ve yoldan çıkmaları için yoğun bir propaganda faaliyeti yürüttüğünü ve bu sayede kendilerini yanılttığını kavradılar. Şunu da anladılar: Kişisel kin ve dünya makamına düşkünlük, Yezid'in, İmam Hüseyin'e (a.s) karşı tüm bu zulüm sahnelerini sergilemesine sebep olmuştu. Yezid'in makam uğruna tüm mukaddes değerleri görmezlikten geldiğinin en somut kanıtı, yönetime gelir gelmez Medine valisine yazdığı ve Hüseyin'den (a.s) biat almasını, değilse başını kesip Şam'a göndermesini emrettiği mektuptur. Yezid'in yanlış hesapları bağlamında Ehl-i Beyt esirlerini önce Kûfe'ye götürüp teşhir etmesi, sonra bunları oradan Şam'a getirtmesi de sayılabilir. Yezid, yaptığı suçun ne denli büyük ve tehlikeli olduğunu ancak, Hz. Peygamber'in (s.a.a) torununun öldürülmüş olmasına halkın büyük bir tepki gösterdiğine, her gün protestolar düzenlendiğine dair raporlar kendisine ulaştıktan sonra anlayabildi. Bu yüzden, suçu Mercane'nin oğluna (İbn Ziyad) yüklemeye çalıştı. Nitekim İmam Seccad'a (a.s) şöyle demişti: Allah, Mercane'nin oğluna lanet etsin. Allah'a yemin ederim, eğer ben babanın yanında olsaydım, benden ne isteseydi verirdim ve elimden gelen bütün imkânları kullanarak ölümü ondan uzaklaştırmaya çalışırdım. Ancak Allah gördüğün şeyi takdir etti. Medine'den bana mektup yaz ve bütün ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlar. İmam Seccad (a.s), Şam'da bulunduğu esnada Minhal b. Amr ile karşılaştı. Minhal sordu: "Ey Resulullah'ın oğlu! Nasıl akşamladın?" İmam (a.s), öfkeli bir şekilde göz ucuyla baktı ve şöyle dedi: İsrailoğulları'nın, Firavun hanedanının egemenliği altındaki gibi akşamladık. Oğullarını öldürüyor, kadınlarını sağ bırakıyorlardı. Araplar, Arap olmayanlara karşı, Muhammed bizdendir, diye övünerek akşamladılar. Kureyş, diğer Arap kabilelerine karşı,             Muhammed  bizdendir, diye övünerek akşamladı. Biz, Muhammed'in Ehl-i Beyt'i ise, kimimiz öldürülmüş, kimimiz de sağa sola savrulmuş, sürgün edilmiş olarak akşamladık. Kuşkusuz biz Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz. Yezid, Resulullah'ın (s.a.a) emanetlerine, risalet hanesinin iffetli kadınlarına eşlik etmek ve onları Medine'ye geri götürmekle Nu'man b. Beşir'i görevlendirdi. Fitne çıkmaması ve ortalığın karışmaması için de gece yola çıkmalarını emretti.

İMAM ZEYNELABİDİN (a.s) MEDİNE'DE Ehl-i Beyt'in (a.s) esirlerinin Kûfe'ye girmesiyle birlikte, İmam Hüseyin'in (a.s) öldürülmesine dönük tepkiler de uç vermeye başladı. Yezid'e karşı en ufak bir itiraz gösteren kişilere karşı İbn Ziyad'ın uyguladığı baskı, sindirme ve terör yöntemlerine rağmen, egemen zulmü protesto eden sesler gün be gün daha gür çıkıyordu. Örneğin bir gün İbn Ziyad minbere çıktı, Yezid ve partisini öven sözler sarf ettikten sonra Hüseyin (a.s) ve Resul-i Ekrem'in Ehl-i Beyt'i hakkında kötü sözler söyledi. Bunun üzerine Abdullah b. Afif el-Ezdî hemen ayağa kalktı ve şöyle tepki gösterdi: Ey Allah'ın düşmanı! Hiç şüphesiz yalancı sensin, senin babandır, seni vali tayin edendir ve onun babasıdır. Ey Mercane'nin oğlu! Peygamberlerin evlatlarını öldürüyorsun, utanmadan da doğruların makamı olan minbere çıkıyorsun! İbn Ziyad: "Onu bana getirin!" dedi. Muhafızlar yakaladılar onu. O da Ezd kabilesini yardıma çağırdı. Ezd kabilesinden yedi yüz kişi toplandı ve onu muhafızların elinden kurtardılar. Akşam olunca İbn Ziyad birini gönderdi, onu evinden çıkarıp boynunu vurdu, sonra da cesedini asıp teşhir etti. Bu karşı çıkış eylemi, İbn Ziyad'ın lehine sonuçlandıysa da, başka ayaklanmaların, başkaldırıların da başlangıcı oldu. Şam'da da öfke ve rahatsızlık belirtileri baş gösterdi. Bu yüzden Yezid, Hüseyin'in (a.s) öldürülmesinin suçunu İbn Ziyad'a yıkma gereğini duydu. Fakat bu tepkilerin en şiddetlisi Hicaz'da gerçekleşti. Abdullah b. Zübeyr, Yezid'in tahta çıktığı ilk günlerde Mekke'ye taşınmıştı. Orayı Şam yönetimine muhalefetin üssü hâline getirmişti. Kerbelâ faciasını, Yezid rejimini eleştirmek maksadıyla bir argüman olarak kullanmaya başladı. Bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında Iraklıları vefasızlıkla, sözlerinde durmamakla suçladı. Hüseyin b. Ali'den (a.s) övgüyle söz etti, onu takva ve ibadet ehli olarak nitelendirdi. İmam Zeynelabidin (a.s) de Şam ve Irak'tan dönüşünün ardından Medine'de ahaliye bir konuşma yaptı. Tarihçiler, İmam'ın (a.s) şehre girişinden önce halkı şehrin dışında topladığını ve onlara şu konuşmayı yaptığını anlatıyorlar: Âlemlerin Rabbi, din gününün sahibi, bütün mahlûkatın yaratıcısı olan Allah'a hamdolsun. O, uzaktır; en yüce göklerde yükselmiştir. Yakındır; gizli konuşmaların tanığıdır. Büyük olaylardan, zamanın facialarından, yakıcı musibetlerden, dehşet verici felaketlerden; büyük, yıkıcı, insanın canına tak eden, korkunç ve helak edici afetlerden dolayı O'na hamdediyoruz. Ey topluluk! Hiç kuşkusuz yüce Allah O'na hamdolsun, bizi büyük musibetlerle sınadı. İslâm'ın duvarında açılan gedik bu yüzden çok büyüktür. Evet, Ebu Abdullah Hüseyin (a.s) öldürüldü, kadınları ve çocukları esir alındı. Kesik başı mızrakların ucuna takılarak memleket memleket dolaştırıldı. İşte bu, benzeri olmayan bir musibettir. Ey insanlar! İçinizde hangi erkek, onun ölümünden sonra sevinebilir? Ondan dolayı hangi yürek üzüntüden yanmaz? Hangi göz, yaşlarını tutar da sel gibi akıtmaz? Onun öldürülmesinden dolayı yedi kat gök ağladı; denizler dalgalarıyla, gökler dayanaklarıyla, yer kuşe bucaklarıyla, ağaçlar dallarıyla, balıklar, denizlerin derinlikleri, mukarreb melekler ve bütün semavat ehli ağladı. Ey insanlar! Onun öldürülmesinin acısıyla parçalanmayacak kalp var mıdır? Hangi yürek onun için yanmaz ki? İslâm'ın surunda açılan bu kapanmaz gediği, bu onmaz yarayı duymayan kulak kaldı mı? Ey insanlar! Şehirlerden, diyarlardan kovulur, sağa sola savrulur, memleketlerden çıkarılır, uzaklaştırılır olduk. Sanki Türklerin ve Kabil'in çocuklarıymışız gibi! Hem de işlediğimiz bir suç, irtikâp ettiğimiz bir günah olmaksızın! İslâm'da yıkıcı bir gedik açmadığımız hâlde! Önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık. Bu, olsa olsa uydurulmuş bir düzendir. Allah'a yemin ederim ki, eğer Peygamber (s.a.a) bizi sevmelerini, bize itaat etmelerini önerdiği gibi, bizi öldürmelerini önermiş olsaydı, bu yaptıklarından fazlasını yapmayacaklardı. Hiç şüphesiz biz Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz. Ne büyük ne acı bir felaket! Ne korkunç, ne yakıcı, ne dehşet verici, ne elemli ve ne müthiş bir musibet! Başımıza gelenlerden ve bize yapılan kötülüklerden dolayı Allah'ın sevabını umuyoruz. Çünkü O, üstün iradelidir, öç alıcıdır. İmam Zeynelabidin (a.s) kısa, ama etkili ve vurgulu bir değiniyle, Ehl-i Beyt'in (a.s) yaşadığı sürgünleri, perişanlığı, sağa sola savrulmuşluğu, gördükleri kötü muameleyi ve aşağılayıcı tavırları da tasvir etti. Onlar vahiy hanesinin, risalet madeninin fertleriydiler. İman ehlinin önderleri, hayır, rahmet ve hidayetin kapılarıydılar. İmam Zeynelabidin (a.s), Ehl-i Beyt'in (a.s) mazlumiye-tini işlediği bu konuşmasında, Medinelilerin devrimci ruhlarını uyandırmayı amaçlamıştı. Emevî zorbalığına, Süfyanî azgınlığa kavrşı aydınlanmacı, inkılâpçı duyguları harekete geçirmeyi hedeflemişti. Medine Ayaklanması Medineliler için, Yezid'in sapıklığının, İslâm'ı tanımazlığının, zorbalığının ve azgınlığının tek kanıtı, Şam'a gidip gelen heyetin eleştirileri değildi kuşkusuz. Bilakis, Yezid'in ve valilerinin İslâm topraklarının çeşitli bölgelerinde zulüm uyguladıklarını, günah işlediklerini, halkı ağır baskılar altında inlettiklerini, ilâhî haramları tevil götürmeyecek şekilde çiğnediklerini bizzat gözlemliyorlardı Bunun yanında Emevîler, ensara karşı derin bir kin besliyorlardı. Bu kinlerini her fırsatta dışarı vurmaktan da çekinmiyorlardı. Medineliler, Yezid'in atadığı valiyi şehirden çıkarmakta tereddüt etmediler. Şehirdeki Emevîleri ve onlara bağlı olanları kuşattılar. Peygamber'in Ehl-i Beyt'inin (üzerlerine selâm olsun) amansız düşmanı Mervan b. Hakem, İmam Zeynelabidin'le konuşarak kendisine eman vermesini diledi. İmam (a.s), büyüklüğünü göstererek, bu adamın, Ehl-i Beyt'e karşı işlediği onca suça, özellikle İmam Hasan Mücteba'nın (a.s) defni hususunda sergilediği düşmanca tavra ve Yezid için biat alınması hususunda İmam Hüseyin'e (a.s) baskı uygulanmasını sağlamasına rağmen, ona eman verdi; bu suçlarını görmezlikten geldi. Medine halkının isyan ettiği haberi Yezid'in kulağına gidince, isyanı bastırmak üzere Müslim b. Ukbe'yi gönderdi. Evet, Resulullah'ın (s.a.a) şehri ve Allah'ın vahyinin indiği bu mekândaki isyanı bastırmak için gönderdiği bu adama verdiği son derece özel direktiflere kulak verin: Halkı üç kere sana isyanı sona erdirmeye çağır. Eğer olumlu karşılık verirlerse ne ala, değilse derhal onlarla savaş. Onları yenilgiye uğrattığın zaman, Medine'yi üç gün her şeyin mubah olduğu serbest bölge ilan et. Şehirdeki mallar, hayvanlar, silahlar ve yiyecekler askerlere aittir. Bu arada, yaralıları ve arkasını dönüp kaçanları varsa, onları da öldürmesini emretti. Yezid'in ordusu Medine'ye vardı. Medine halkına karşı verilen şiddetli bir savaşta, Medineliler dinlerini savunma hususunda övgüye değer kahramanlıklar sergilediler. Medine'nin kendileri için serbest bölge olduğunu ilan etti. Askerler evlere saldırdılar; kadınları, çocukları ve yaşlıları kılıçtan geçirdiler. Birçoklarını da esir aldılar. Askerler bu süre zarfında kadınlara tecavüz ettiler. Denildiğine göre, bu günlerde bin kadın kocasından başka erkeklerden hamile kalmıştı. Hirre olayından sonra Medine'de bin kadın, evli olmadığı hâlde doğum yaptı. Hirre günü yedi yüz kişi öldürüldü. Bunlar muhacir ve ensardan ileri gelenlerdi. Bir de mevalilerin ileri gelenleri vardı. Ayrıca hür-köle ayrımı yapılmadan on binlerce insan öldürüldü Sonra Müslim b. Ukbe'nin üzerine oturması için bir kürsü getirildi. Medine halkından esir alınanlar getirildi ardından. Esirlerin her birinden şu sözleri söyleyerek biat etmesini istiyordu: Ben, Yezid b. Muaviye'nin kulu-kölesiyim. O; canım, kanım, malım ve ailem hakkında dilediği gibi hükmeder! Yezid'in kulu olduğunu söylemekten kaçınan, bu şarta bağlı olarak biat etmek istemeyen ve ısrarla Yezid'in değil, Allah'ın kulu olduğunu söyleyenlerin akıbeti kılıçtan geçirilmekti. Derken İmam Zeynelabidin (a.s), Müslim b. Ukbe'nin yanına getirildi. İmam (a.s), Müslim'e kızgındı. Ondan ve atalarından berî olduğunu vurguladı. Müslim, İmam'ın (a.s) yanına gelmekte olduğunu görünce, titredi ve ona saygı göstermek üzere ayağa kalktı. İmam'ı (a.s) yanına oturttu. "Ne ihtiyacın varsa, benden iste!" dedi. İmam (a.s), boynu vurulmak üzere Müslim'in yanına getirilenlerin tümü için şefaatte bulundu. Sonra oradan ayrılıp gitti. Ali b. Hüseyin'e (a.s): "Dudaklarının kıpırdadığını gördük. Ne söylüyordun?" diye soruldu. Dedi ki: O sırada şöyle dedim: "Ey yedi kat göğün ve bu göklerin gölgelediği tüm varlıkların, yerlerin ve bu yerlerin içinde barındırdığı varlıkların Rabbi olan Allah'ım! Ey büyük arşın Rabbi! Ey Muhammed'in ve tertemiz Ehl-i Beyt'inin Rabbi! Bu adamın şerrinden sana sığınıyorum. Bu katilin kan dökmesini seninle savıyorum. Onun iyiliğini bana ulaştırmanı ve onun şerrinden de beni korumanı diliyorum." Müslim'e soruldu: "Daha önce bu delikanlıya ve geçmişlerine sövüp durduğunu görmüştük. Ama senin yanına getirildiği zaman, onu katında yüksek bir yere oturttun; bunun sebebi nedir?" Dedi ki: "Bu gördüğünüz tavır benim kendi yaklaşımım, kendi görüşümden kaynaklanan bir şey değildir? Kalbim, o-nu gördüğümde korku ile doldu. Onun için böyle davrandım." Tarihçiler anlatıyor: İmam Zeynelabidin (a.s), Hirre olayında Abdumenafoğulları'ndan dört yüz kadını himayesine aldı. Müslim'in ordusu Medine'yi boşaltıncaya kadar bu kadınların iaşesini üstlendi. Eğer İmam'dan (a.s) Yezid'e kulluk bildirimi esasında biat istenseydi, o, kesinlikle bunu reddedecekti. Reddetmenin kaçınılmaz sonucu ise, mübarek kanının dökülmesiydi. Bu da, Emevî uygulamalarına karşı halkın yüreğinde yeni bir kin dalgasının kabarması anlamına gelirdi. Özellikle egemen rejimin temellerinin sarsıldığı böyle bir konjonktürde böyle bir girişimde bulunmak uygun olamazdı. Medinelilerin isyanını vahşice bastırdıktan, ayaklanmayı sona erdirdikten sonra, Müslim, Abdullah b. Zübeyr'in Emevî yönetimine başkaldırısını ilan ettiği Mekke'ye yöneldi. Fakat yolda öldü. Husayn b. Numeyr, Yezid'in emirleri uyarınca Emevî ordusunun komutasını ele aldı. Mekke'nin yakınlarına varınca, şehri kuşattı; Kâbe'yi mancınıkla dövdü ve yaktı. Mekke'nin Emevî ordusu tarafından kuşatma altında tutulduğu günlerde Yezid öldü. Kimin adına savaşacağını bilmeyen ordu komutanı, İbn Zübeyr'le görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerde, Şam'a kendisiyle birlikte gelmesi şartıyla kendisine biat etmeyi kabul edebileceğini bildirdi. Fakat İbn Zübeyr bu şartı reddetti. Husayn de ordusuyla birlikte Şam'a döndü. Emevî Ailesinde Çatlama Yezid, hicrî 64 tarihinde 38 yaşında Huvvarin'de öldü. Üç sene birkaç ay süren yönetimi boyunca amel defteri, Hz. Peygamber'in (s.a.a) kızının oğlunu öldürmek; vahiy ailesini, risalet hanesinin özgür kadınlarını esir almak, Medine şehrinde katliam gerçekleştirmek ve Kâbe-i Şerif'i yıkmak gibi kara sayfalarla doluydu. Yezid'in ölümünden sonra Şamlılar, onun oğlu Muaviye'ye biat ettiler. Fakat Muaviye'nin yönetimi kırk günden fazla sürmedi. Kırkıncı günün sonunda tahttan indiğini ilan etti ve ondan sonra da karanlık bir şekilde öldü. Emevî Yönetimine Karşı Muhalefetin Artması Yezid'in ölümünden sonra harekete geçenlerin tümü İslâmî endişelerle harekete geçenler değildi. Örneğin Şam'ın Irak'a tâbi olmasını, hilafetin başkentinin yeniden Irak'a taşınmasını isteyen kimseler de vardı kısa vadede Emevî yönetiminin yıkılması hususunda kayda değer bir iş başaramadılar. Bu esnada Muhtar b. Ebu Ubeyde es-Sakafî, "Ya Le-Sarati'l-Hüseyn" (Hüseyin İntikamı Uğruna) sloganıyla etrafına insan toplamaya başladı. Muhtar, Tevvabin grubunun başarısızlığından sonra Şiîleri ayaklanmaya hazırladı. Herhangi bir Şiî hareketin başlaması için Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'inden birinin önderliğinin gerekliliğini çok iyi biliyordu. İsyanı başlatmanın, Ehl-i Beyt adına olmasının şart olduğunu anlıyordu. Ali b. Hüseyin'den (a.s) daha iyisi var mıydı? Şayet İmam Zeynelabidin (a.s) bu öneriyi reddetseydi, bu takdirde önündeki tek seçenek, İmam Seccad'ın (a.s) amcası Muhammed b. Ali b. Ebu Talib'ti. Bundan dolayı Muhtar, İmam'a (a.s) ve amcasına aynı anda mektup gönderdi. İmam (a.s), açıkça kendisini desteklediğini belirtmedi. Ancak babasının intikamını aldığında bu hareketini onayladığını belirtti. Amcası Muhammed b. Hanefiyye ise, Kûfe'den gelen heyetin, Muhtar'ın sancağı altında harekete geçmenin meşruiyeti ile ilgili olarak kendisine yönelttiği soruya şöyle cevap verdi: Bizim kanımızın intikamını alma isteği ile sizi davet eden kişi ile ilgili olarak zikrettiklerinize gelince, Allah'a yemin ederim ki, yüce Allah'ın, kullarından dilediği kimselerin eliyle bizi muzaffer kılmasını isterim. Heyettekiler, İbn Hanefiyye'nin, Muhtar'ın hareketini desteklediği sonucunu çıkardılar. Böylece Muhtar Sekafî, İbrahim b. Malik el-Eşter gibi Şia'nın ileri gelenlerini yanına çekebildi. Muhtar, Ubeydullah b. Ziyad ve Ömer b. Sa'd'ın kesik başlarını İmam'a (a.s) gönderdi. İmam (a.s) düşmanlarının kesik başlarını görünce, Allah için şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi: Düşmanlarımdan intikamımın alındığını bana gösteren Allah'a hamdolsun. Allah, Muhtar'ı hayırla mükâfatlandırsın. Tarihçiler şöyle diyorlar: İmam Zeynelabidin'in (a.s), babasının şehit edilme-sinden sonra güldüğü görülmemişti. O günden sonra sadece İbn Mercane'nin kesik başını gördüğünde güldüğü görülmüştü

Mihnet ve Karışıklıklarla Geçen Yıllar Hicrî 66–75 tarihleri arasındaki yıllar; Şam, Hicaz ve Irak açısından sıkıntıların ve çalkantıların had safhada olduğu yıllardı. Bu süre zarfında adı geçen bölgeler huzur ve güven yüzü görmedi. Ancak çalkantılar bakımından Irak'ın payına düşen, diğer iki bölgeden de fazlaydı Iraklıların başına gelenler, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) torununun onlara yaptığı bedduanın bir sonucuydu. İmam Hüseyin (a.s) Kerbelâ'da elini göğe açmış ve şöyle beddua etmişti: Allah'ım! Onların üzerine gökten bir damla yağmur yağdırma. Yusuf zamanındaki kıtlık yılları gibi yılları üzerlerine gönder. Sakifli delikanlıyı başlarına musallat et; ağzına kadar zehir dolu kâseyi onlara i-çirsin. Çünkü onlar bizi yalanladılar ve bizi yalnız bıraktılar… Yüce Allah, Hüseyin b. Ali'yi (a.s) yalanlayan ve onu yalnız bırakan Iraklılardan, Haccac b. Yusuf es-Sakafî gibi zalim ve cani bir adam aracılığıyla intikam aldı. Bu adam, "kan dökmeden duramayan, kendisinden başka hiç kimsenin yapamayacağı cinayetleri işleyen" bir kimseydi.Abdulmelik b. Mervan, kendisinden sonra tahta geçmek üzere oğlu Velid'i veliaht tayin etti. Büyük cani ve terörist Haccac'a iyi davranmasını tavsiye etti

İMAM ZEYNELABİDİN'İN ŞEHİT EDİLMESİ Velid, babası Abdulmelik b. Mervan'dan sonra tahta geçti. Tarihçi Mes'udî, onu zorba, acımasız, zalim ve taşyürekli biri olarak nitelendirir. Velid, bütün insanlar içinde İmam Zeynelabidin'e (a.s) en büyük kini duyan biriydi. Çünkü İmam (a.s) yaşadıkça iktidar ve egemenliğe tamamen sahip olmayacağını düşünü-yordu. Kuşkusuz İmam (a.s), büyük bir halk kitlesini etkiliyordu. İnsanlar hayranlıkla ve saygılarını ifade ederek onun ilmini, fıkıh bilgisini ve ibadetini anlatıp dururlardı. Meclisler, onun sabrına ve diğer özelliklerine dair menkıbelerle çalkalanıyordu. İnsanların kalplerinde ve duygularında büyük bir yer edinmişti. Büyük âlim Said b. Cübeyr de, onu görme onuruna nail olanlardan biriydi, onunla görüşmekten ve onun sözlerini dinlemekten büyük bir şeref duyardı. İmam'ın (a.s) bu farklı ve belirgin konumunun ifadesi olan olguların tümü Emevîleri rahatsız ediyordu. Rahat uyuyamıyorlardı. Ona en büyük kini duyan da Müslümanların hâkimi ve Resulullah'ın (s.a.a) halifesi olma düşlerini kuran Velid b. Abdulmelik'ti. Velid, bütün insanlar içinde İmam Zeynelabidin'e (a.s) en büyük kini duyan biriydi. Çünkü İmam (a.s) yaşadıkça iktidar ve egemenliğe tamamen sahip olmayacağını düşünüyordu. Kuşkusuz İmam (a.s), büyük bir halk kitlesini etkiliyordu. İnsanlar hayranlıkla ve saygılarını ifade ederek onun ilmini, fıkıh bilgisini ve ibadetini anlatıp dururlardı. Meclisler, onun sabrına ve diğer özelliklerine dair menkıbelerle çalkalanıyordu. İnsanların kalplerinde ve duygularında büyük bir yer edinmişti. Büyük âlim Said b. Cübeyr de, onu görme onuruna nail olanlardan biriydi, onunla görüşmekten ve onun sözlerini dinlemekten büyük bir şeref duyardı. İmam'ın (a.s) bu farklı ve belirgin konumunun ifadesi olan olguların tümü Emevîleri rahatsız ediyordu. Rahat uyuyamıyorlardı. Ona en büyük kini duyan da Müslümanların hâkimi ve Resulullah'ın (s.a.a) halifesi olma düşlerini kuran Velid b. Abdulmelik'tir. Zührî, Velid'in şöyle dediğini rivayet eder: Ali b. Hüseyin bu dünyada var oldukça bana rahat yüzü yoktur. Nitekim tahta çıkar çıkmaz, İmam Zeynelabidin'e (a.s) suikast düzenlemeye karar verdi. Öldürücü bir zehri Medine'deki valisine gönderdi ve bu zehri İmam'a (a.s) içirmesini emretti. Vali de onun bu emrini yerine getirdi. Böylece İmam'ın (a.s) mübarek ruhu, şu dünyanın ufuklarını ilmiyle, ibadetleriyle, cihadıyla ve heva ve heveslerden arınmışlığıyla aydınlattıktan sonra yaratıcısının katına yükseldi. İmam Ebu Ca'fer Muhammed Bâkır (a.s), babasının naşını defnetme ile ilgili merasimleri yerine getirdi. O güne ka-dar Medine'nin tanık olmadığı bir kalabalık tarafından kaldırılan cenaze Bakiu'l-Ferkad mezarlığına getirildi. Tertemiz amcası, cennet gençlerinin efendisi, Resulullah'ın (s.a.a) gülü İmam Hasan Mücteba'nın (a.s) kabrinin yanı başında bir kabir kazdılar. İmam Bâkır (a.s), babası Zeynelabidin'in, Seyyidu's-Sa-cidin'in (a.s) mübarek naşını kabre indirdi ve son karargâhının üzerini toprakla örttü. Selâm doğduğu gün, şehit edildiği gün ve diriltileceği gün onun üzerine olsun. RİSALET EHL-İ BEYT'İNİN HAYAT TARZINA GENEL BİR BAKIŞ İslâm, temelinde eğitmek ve insanın varlığının bir parçası olması, kanına karışıp damarlarında akması, düşüncesinin ve duygularının bir parçası olması, bütün tasarruflarına yansıması, Allah ile, kendisiyle ve başkalarıyla kurduğu ilişkilere damgasını vurması üzere gelmiştir. İslâm'ın insan üzerindeki egemenliği ne kadar geniş olursa, eğitim de o kadar başarılı olur.Şu hâlde eksiksiz, mükemmel bir terbiye, ancak terbiyecinin insan üzerindeki egemenliğinin eksiksiz ve kâmil olması ile mümkündür. İnsanın başkalarıyla kurduğu sosyal ilişkilerin tümünün kontrolü bu terbiyecinin elinde olmalıdır. Diğer bir ifadeyle, varlık bütünüyle bu terbiyecinin egemenliği altında olmak durumundadır. O zaman bu terbiyeciye, mükemmel bir terbiyeci diyebiliriz. Resulullah (s.a.a) bütün sosyal ilişkilere egemen olurken bunu yapmıştır. Çünkü o, bizzat topluma önderlik etmiş, bir toplum inşa etmiş, bu topluma bizzat yol göstericilik etmiştir. Bu toplum için plânlar yapmış, geleceğini ve gidişatını şekillendirmiş, toplumsal çerçevedeki bütün ilişkileri yeniden bina etmiştir; insanın kendisiyle, Rabbiyle, ailesiyle, toplumun diğer fertleriyle ilişkilerini… Bu yüzden sayılan bu hususların tümü Hz. Peygamber'in (s.a.a) egemenliği altındaydı. Böylece başarılı bir terbiye için en temel şart eksiksiz bir şekilde meydana gelmişti. Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a), gerçekten kısa sayılacak bir süre zarfında yürüttüğü değişim ameliyesi çerçevesinde müthiş adımlar attı.Nitekim nebevî terbiye muazzam bir sonuç verdi ve eşsiz bir değişim gerçekleştirdi. Ne var ki, bir bütün olarak İslâm ümmeti, birçok değerlendirme açısından bu muazzam değişim ameliyesini, yalnızca bir dönem yaşayabildi Bilakis, akidevî risaletlerin mantığı, ümmetin, sözü edilen yüksek değerleri özümseme derecesine yükselmesi için, hazırlık döneminden çok daha uzun bir süre akidevî vesayet altında yaşamasını zorunlu kılmaktadır. İslâm da, amaçlarını eksiksiz bir şekilde gerçekleştirmeyi istediği için İslâmî kuralların, İslâmî eğitim programının bizzat Peygamber'in (s.a.a) eliyle tatbik edilmesi gerekiyordu. Kapsamlı bir eğitim için gerekli olan tüm şartlar, yeterli denecek bir zaman diliminde yerine gelmesi amacına yönelik olarak Hz. Peygamber'in (s.a.a) hayatı bu doğrultuda uzaması veya İslâm'ın tatbiki için, kendisinden sonra bu göreve layık; akide, düşünce ve amel bağlamında masumiyet derecesine ulaşmış kimseleri vekil tayin etmesi gerekiyordu. Eğitim sürecinin herhangi bir sapmadan veya bütünüyle çözülmeden korunması için bundan başka yol yoktu. Şu hâlde, tarihin akışı içinde belirginleşen değişim hareketi, Hz. Peygamber'e (s.a.a), hareketini zaaflardan ve tersi-ne dönmelerden korumasını gerektiriyordu. Bunun yolu, yeni inkılâbî hareketi güvendiği ellerin vesayetine bırakmasıydı. Böylece genç değişim hareketini koruma-kollama görevi, Hz. Peygamber'in Masum Ehl-i Beyt'inin şahsında somutlaştı. Resulullah (s.a.a) onları bizzat hazırlamıştı. Misyon sahibi önderler olarak özel bir donanıma sahip olmalarını sağlamıştı. Ki amaçlanan kapsamlı değişim hareketini, büyük risalet hedefleriyle uyumlu bir şekilde sürdürebilsinler.

   İslâm'ın Karşı Karşıya Bulunduğu Tehlikeler İslâm, beşerî bir teori değildir. İslâm, Allah'ın risaletidir; hükümleri ve kavramları kendi içinde belirlenmiştir. Deneyimin gerekli gördüğü bütün genel yasamalarla rabbanî tarzda donatılmıştır. Bu yüzden bu harekete önderlik edeceklerin, bu risaleti bütün sınırları ve bütün ayrıntılarıyla özümsemiş olmaları, hükümlerine ve kavramlarına dair eksiksiz bir bilince sahip olmaları zorunludur. Aksi takdirde geçmiş zihinsel verilerinden esinlenme, ilk dönemin odaklanmalarından medet umma durumunda kalır. Diğer bir ifadeyle kendini tekrarlamak, yani tüketmek durumunda kalır. Resulullah efendimizin (s.a.a) vefatından sonraki hadiseler, bu gerçeğin en somut kanıtıdır. Resulullah (s.a.a) tarafından davetin imamlığına tayin edilmeyen ve bu görevi layıkıyla yerine getirmeye ehil olmayan muhacir kuşağının icranın başına geçmelerinin üzerinden yarım asır veya daha kısa bir süre geçtikten sonra yukarıda işaret ettiğimiz realite en belirgin şekliyle ortaya çıktı. Daha çeyrek yüz yıl geçmemişti ki, raşid hilafet, kadim İslâm düşmanlarının şiddetli darbeleri altında daha fazla dayanamayarak yıkıldı. Savaş ganimetleri ve halk kitleleri, Kureyş'in devşirdiği bir bostana, hilafet de Ümeyyeoğulları çocuklarının oynadıkları bir topa dönüşmüştü. İslâm Devletinin Yıkılmasının Olumsuz Etkileri İslâm devletinin yıkılması; İslâm medeniyetinin çökmesi ve topluma önderlik etme misyonunu terk etmesi ve İslâm toplumunun parçalanması anlamına geliyordu. Dolayısıyla İslâm, topluma önderlik ve ümmete liderlik işlevini göremez olur. Toplumsal deneyim ve devlet başarısızlıkla sonuçlanırken, ümmet, doğal olarak varlığını sürdürecekti. Ama o da dışarıdan gelen ilk saldırıda çökecekti. Nitekim Abbasî halifeliğinin maruz kaldığı Tatar (Moğol) saldırıları karşısında ümmet darmadağın oldu. Çünkü bu ümmet, Resulullah'ın (s.a.a) bizzat harekete önderlik ettiği kısa bir süre sahih İslâm'ı yaşamıştı. Ondan sonra, sapkın bir deneyimin etkisinde kalmıştı. Doğal olarak İslâm'ı kökleştirme ve akidesine karşı sorumluluklarını yerine getirme, İslâmî bir kültür oluşturma, İslâm'ı sağlamlaştırma, yeterli garantilerle donatma fırsatını bulamamıştı. Eğer ümmet bütün bunları yapabilseydi İslâm, yeni bir medeniyet, yeni bir saldırı ve saldırganların İslâm topraklarına taşıdıkları yeni bir düşünce sistemi karşısında yıkılmayacaktı. İslâmî hareketi, İslâmî devleti, ümmeti ve risaleti koruma görevi kendilerine tevdi edilmiş Masum İmamlar'ın rolünü bir kenara bırakacak olursak, devletin, ümmetin ve risaletin hâlihazırdaki gidişinin mantıksal sonucu bundan başkası değildir. İslâm'ı korusunlar, onu pratikte uygulasınlar, insanları İslâm esasında eğitsinler, son Resul'ün devletini çöküşten ve geri gitmekten korusunlar diye Allah tarafından seçilen ve Resul-i Ekrem (s.a.a) tarafından nass ile tayin edilen raşid İmamlar'ın (a.s) görevi, iki önemli meselede, iki önemli çizgide somutlaşıyordu. Kuşkusuz İslâmî hareket, bir terbiye programı olarak üç unsurdan oluşuyordu: Birincisi, fail (terbiyeci); ikincisi, tanzim (şeriatın ön gördüğü sistem); üçüncüsü, bu düzenin uygulama alanı (yani ümmet). İşte Seyyidi'l-Mürselin'in (s.a.a) vefatından sonra ümmetin uygun ve yeterli bir terbiyeciyi yitirmesiyle birlikte bu üç unsuru değiştirmeye başlayan sapma başlamıştır. Masum İmamlar'ın hareketleri itibariyle izledikleri ve faaliyetlerini üzerinde yoğunlaştırmakla yükümlü oldukları iki temel çizgi ise şudur: 1- Fiilî yönetimin, önderliğe ehil olmayanların eline geçmesinden sonra ümmeti tam çöküşten korumayı, sahih bir çizgide hayatını sürdürmesi için yeterli düzeyde direnç unsurlarıyla donatmayı amaçlayan çizgi. 2- Devlet yönetimini ele geçirmeyi, sapmanın izlerini sil-meyi, yetkin önderliği doğal mecrasına döndürerek eğitim unsurlarını tamamlamayı, ümmet ve toplumun, devlet ve yetkin önderlik ile kaynaşıp bütünleşmesini amaçlayan çizgi. Amaç, ümmet saflarında, çöküşe karşı yeterli bir öz korunma mekanizması oluşturmaktı. Özellikle yönetimin geriye gittiği, çöküşe yüz tuttuğu bir ortamda. Bunun yolu da, ümmet içinde bilinçli kadrolar oluşturmak, risalet ruhunu yeniden egemen kılmak, ümmet içinde bu risalet ruhuna yönelik samimî duyguların beslenmesini sağlamaktı. [4] Pak İmamlar'ın (a.s) bu iki çizgi doğrultusundaki faaliyetleri; onların, risaleti, ümmeti ve ümmeti korumak ve sürekli var olmalarını sağlamak için daima risaletin ruhuna uygun pozitif ve aktif bir çaba içinde olmalarını gerektiriyordu. Pak İmamlar (a.s), yüce Peygamber'in (s.a.a) mirasını, aşağıda dört madde hâlinde sıraladığımız emeklerinin ürünlerini korumakla yükümlüydüler: 1- Hz. Peygamber'in (s.a.a) yüce Allah katından getirdiği ve Kur'ân ve Sünnet'te somutlaşan şeriat ve risalet. 2- Hz. Peygamber'in (s.a.a) mübarek elleriyle oluşturduğu ve yetiştirdiği ümmet. 3- Hz. Peygamber'in (s.a.a) meydana getirdiği İslâmî siyasal sistem ve kurup temellerini attığı devlet. 4- Bizzat kendisinin gerçekleştirdiği ve Ehl-i Beyt'inden de (Allah'ın selâmı hepsinin üzerine olsun) buna layık olanları yetiştirdiği örnek önderlik. İslâm devletinin yıkılmış olması da, Müslüman ümmetle ilgilenmeye, İslâm risaleti ve şeriatına ihtimam göstermeye, tamamen yıkılıp yok olmaktan korumak için çaba sarf etmeye engel değildir. İşte bu esasa dayalı olarak pak Ehl-i Beyt İmamları'nın faaliyet alanları değişiklik göstermiştir. Bunun yanında İmamlar, ümmeti inanç, ahlâk ve siyaset alanında eğitme çalışmalarını da kesintisiz sürdürmüşlerdir. Bu bağlamda çeşitli alanlarda âlimler yetiştirmiş, ilmî kadrolar oluşturmuş ve örnek şahsiyetleri kitlelere kazandırmışlardır. Hiç kuşkusuz, Ehl-i Beyt İmamları'nın (a.s) sahip oldukları ve asırlardır süren geniş boyutlu kitlesel önderlik, tesadüfen elde edilmiş değildir. Sırf Resulullah (s.a.a) ile aralarında kan bağı olduğu için bu seçkin konuma gelmiş değillerdi. Çünkü soy olarak Resulullah'a (s.a.a) intisap eden, ama bu denli kitlesel bir önderlik konumuna sahip olmayan birçok kişi vardır. Çünkü ümmet, bir kimseye karşılıksız olarak bağlılık göstermez. Bir kimse de hayatın değişik alanlarında, özellikle kriz dönemlerinde ve problemlerin baş gösterdiği zamanlarda büyük bir özveri sergilemediği sürece toplumun önderliğine sahip olamaz, insanların kalplerini kazanamaz. Ehl-i Beyt İmamları (hepsine selâm olsun), bu başarıların tümünü, salih kitleyi eğitmeye gösterdikleri özen sayesinde elde ettiler. Bu salih kitle, onlara ve imamlıklarına inanan salih bir topluluktu.

         Ehl-i Beyt İmamları'nın Hareketinin Aşamaları Ehl-i Beyt İmamları'nın (Allahın selâmı üzerlerine olsun) tarihini yeniden gözden geçirdiğimiz, onları kuşatan koşulları incelediğimiz; hayat tarzları, genel ve özel tavırları üzerinde durup düşündüğümüz zaman, içinde bulundukları koşulları ve bu koşullar bağlamında sergiledikleri tavırları üç aşama hâlinde tasvir edebiliriz. İmamlar'ın hayatının ilk aşaması: Bu, Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra, sapma hareketini etkisiz hâle getirme amaçlı bir aşamadır. Bu aşama, dört İmam'ın (a.s) hayat tarzında ve tavırlarında somutlaşmıştır: Ali, Hasan, Hüseyin ve Ali b. Hüseyin (hepsine selâm olsun). Bu dört İmam, risaletin temel unsurlarını koruma amacına yönelik gerekli önlemleri aldılar. Sapkın önderliğin maskesini indirip İslâmî risaleti korudular. Bunun yanında kendi önderliklerine inanan salih bir kitle oluşturmak için de var güçlerini kullandılar. İkinci aşama: İmam Zeynelabidin'in (a.s) siyasal hayatının ikinci aşamasından başlar, İmam Kâzım'a (a.s) kadar devam eder.  İmamlar, bu aşamada halifelerin, egemenliklerini sağlamlaştırmanın aracı olarak ön plâna çıka