top of page

HZ. FATIMA (AS)'NIN MESCİD-İ NEBEVİ'DEKİ HUTBESİ

PEYGAMBERİN VEFATINDAN SONRA HZ. FATIMA (AS)'NIN MESCİD-İ NEBEVİ'DEKİ HUTBESİ  Hamdolsun Allah'a verdiği nimetler için. Şükürler olsun O'na, ilham ettikleri için. İlk defa var edip sunduğu engin nimetler için övgüler olsun O'na; bahşettiği eksiksiz ve bol bağışları için, sunmuş olduğu tüm nimetleri için. Nimetleri sayılmaz, lütuflarının sonsuzluğunun şükrü eda edilemez ve ebedî oluşları kavranabilmelerini imkânsız kılar. Nimetlerini daha da artırmak için insanları şükretmeye çağırmış, nimetlerini bollaştırarak kullarının kendisine hamdetmelerini istemiş ve (kıyamette) benzerlerine davet ederek ihsanını (salih kullara) iki kat artırmıştır. Tanıklık ederim ki, tek ve ortaksız Allah'tan başka ilâh yoktur. Bu bir sözdür ki, Allah, ihlâsı, sırf kendisine yönelik kulluğu bunun tevili (esası, özü) olarak ön görmüştür. Kalplere, ona bağlılığını yerleştirmiştir. Aklın kavrayabilmesi için tevhit düşüncesini aşikâr etmiştir. O Allah ki, gözlerin O'nu görmesi, dillerin O'nu vasfetmesi ve tasavvurların keyfiyetini algılaması imkânsızdır. Varlıkları ilk defa var etti, öncesinde var olan bir şeyden değil. Benzeyen bir örneği karşısına almadan onları meydana getirdi. Onları kudretiyle oluşturdu. Dilemesiyle onları yeşertti. Bunların olmasına da ihtiyacı olduğu için değil. Onlara şekil vermede kendisine bir faydası olduğu için değil. Sadece hikmetini ger-çekleştirmek (sağlamlığını bildirmek) için; ibadetine, itaatine dikkatleri çekmek için; kudretini göstermek için, mahlûkatının kulluğunu sergilemek (ve onları kulluğa çağırmak) için, davetinin üstünlüğünü ortaya koymak için (onları var etti). Sonra kullarını intikamından uzaklaştırmak ve onları toplayıp cennetine sevk etmek için ödülü, kendisine yönelik itaatin karşılığı kıldı ve cezayı, kendisine karşı gelinmesinin karşılığı kıldı. Tanıklık ederim ki, babam Muhammed O'nun elçisidir. Onu henüz mahlûkatlar gayp âleminde gizliyken, korku veren perdelerin gerisinde koruma altındayken ve yokluk sınırının eşiğinde bulunuyorken elçi olarak göndermeden önce seçti, kendi risaleti için ayırmadan önce isimlendirdi, göndermeden önce tercih etti... Çünkü Allah, işlerin varacakları sonu bilir. Zamanın içerdiği hadiseler O'nun bilgisinin kuşatması altındadır. Olguların konumlarına dair malumat O'nun katındadır. Allah, onu emrini tamamlamak, hükmünü yürürlüğe koymaya verdiği karar ve takdir ettiği rahmetini etkin kılmak için gönderdi. Çünkü milletlerin çeşitli dinlere bölündüklerini, ateşlere tapındıklarını, putlara kulluk sunduklarını, bildikleri hâlde Allah'ı inkâr ettiklerini gördü. Allah, babam Muhammed (s.a.a) aracılığıyla mahlûkatın içinde bulunduğu karanlıkları aydınlattı, kalpleri kıskacına alan buhranları ortadan kaldırdı, gözlerin önündeki bulut perdelerini dağıttı. Böylece insanlara hidayeti gösterdi. Onları sapıklıktan kurtardı. Onları kör iken görür kıldı. Dosdoğru dine iletti onları. Onları doğru yola çağırdı. Sonra Allah, şefkatinin ve kendisine özgü kılmanın, seçiminin bir göstergesi olarak onun ruhunu kabz etti. Onu tercih ettiğini, yanına almayı arzuladığını gösterdi. Muhammed (s.a.a), şu dünyanın sıkıntılarından rahat etmiştir; seçkin melekler tarafından kuşatılmış, gafur/bağışlayıcı olan Rabbin hoşnutluğu onu sarmış ve muktedir sultan ulu Allah'ın civarına yerleşmiştir. Allah'ın peygamberi, vahyinin emini, mahlûkatın için-de en hayırlısı ve en seçkini babam Muhammed'e salât olsun. Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi onun ü-zerine olsun. Sonra Hz. Fatıma (a.s) orada bulunan dinleyicilere döndü ve şöyle dedi: Siz, ey Allah'ın kulları! O'nun emrinin ve yasağının muhatabısınız. Dininin ve vahyinin taşıyıcıları sizsiniz. Allah'ın kendi nefislerine emin kıldığı kimselersiniz. Allah'ın dinini diğer milletlere tebliğ etmekle yükümlüsünüz. O'ndan gelen hakkın lideri (Kur'ân) sizin içinizdedir çünkü. O, Allah'ın size sunduğu bir ahittir ve size halef olarak bıraktığı bir emanettir. O, Allah'ın konuşan kitabı, doğru söyleyen Kur'ân'ı, ışıldayan nuru ve parlak ışığıdır. Kanıtları apaçık ortadadır. Sırları açıktadır. Açık yönleri de göz kamaştırıcıdır. Ona uyanlara gıpta olunur. Ona tâbi olmak, insanı Allah'ın hoşnutluğuna götürür. Onu dinlemek, kurtuluşa vesile olur. Onun aracılığıyla Allah'ın aydınlık kanıtlarına, ayrıntılı olarak açıklanmış azimet gerektiren hükümlerine, yasaklanmış haramlarına, parlak açıklamalarına, yeterli kanıtlarına, teşvik edilen faziletlerine, bağışlanmış ruhsatlarına, yazılmış şeriatlarına ulaşılır. Allah sizin için imanı, şirkten arınmak; namazı büyük günahlardan temizlenmek; zekâtı, nefsi temizlemek ve rızkı genişletmek; orucu, ihlâsı kalıcılaştırmak; haccı, dini ayakta tutmak ve adaleti, kalpleri uzlaştırmak aracı kıldı. Bize (Ehl-i Beyt'e) itaati, din için bir düzen (halkın düzene girmesi için) farz kıldı; imametimizi tefrikadan korumak için koydu. Cihadı, İslâm'ın onur ve üstünlük göstergesi; sabrı, ilâhî ödüle kavuşmaya yardımcı; marufu emretmeyi, kötülükten sakındırmayı, halkın genelinin maslahatı icabı farz kıldı. Anne ve babaya iyiliği, ilâhî gazaba uğramaktan korunmanın yolu; akrabalık bağlarını gözetmeyi, ömrün uzamasına ve sayının artmasına vesile kıldı. Kısası, kanların dökülmesini önlemek; adakları yerine getirmeyi, bağışlanmak; ölçü ve tartıyı eksiksiz yapmayı, haksızlığı ortadan kaldırmak için farz kıldı. İçki içmeyi yasaklamayı, pislikten arınma aracı kılmış; (zina vb.) iftira atmaktan uzak durmayı, lânete uğramaktan korunmak için; hırsızlığı terk etmeyi iffetliliğin ve toplumda emniyeti hâkim kılmanın bir gereği olarak farz kıldı. Allah, rablığın sırf kendisine özgü kılınmasının bir göstergesi olarak da şirk koşmayı haram kılmıştır. "O hâlde Allah'tan gereği gibi korkup sakının. Ancak Müslüman olarak ölün." "Emrettiklerine ve yasakladıklarına uymak suretiyle Allah'a itaat edin. Çünkü ancak âlim kulları Allah'tan korkar." Ardından sözlerini şöyle sürdürdü: Biliniz ki, ben Fatıma'yım ve babam da Muhammed'dir. Dönüp dönüp tekrar söylüyorum. Söylediklerimde yanlış bir şey yoktur. Yaptıklarımı, haksızlık olarak yapmıyorum. "Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O; size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." Eğer onun soyunu araştırıp tanırsanız, kadınlarınızın değil, benim babam olduğunu; sizin erkeklerinizin değil, benim amcamın oğlunun (Ali'nin) kardeşi olduğunu görürsünüz. Gerçekten onun soyundan olmak, onunla aynı nesepten olmak çok güzeldir. O, risaleti açıklayarak tebliğ etmiş, insanları uyarmıştır. Müşriklerin yolundan, hayat tarzlarından ise yüz çevirmiştir. Müşriklerin belini kırmış, nefes borularını kesmiştir. Hikmetle ve güzel öğütle insanları Rabb’inin yoluna davet etmiştir. Putları parçalamış, şirkin elebaşlarını yerle bir etmiştir. Nihayet birlikleri dağılmış olarak gerisin geri kaçtılar. Derken gece sabahından ayrıldı, hak en yalın şekliyle ortaya çıktı. Dinin lideri konuşunca, şeytanın şak-şakçılarının dili tutuldu. Münafıklığın hasis temsilcisi helâk ile burun buruna geldi (nifakın tacı yere düştü). Küfrün ve hak karşıtlığının düğümleri çözüldü. Karınları (oruçtan) aç, yüzleri ak toplulukla birlikte ihlâs kelimesini söylemeye başladınız. Bundan önce siz bir ateş çukurunun tam kenarında duruyordunuz. Kolayca içilen bir yudumluk su kadar önemsiz ve aç insanın bir kerede yutacağı az bir lokma gibi değersizdiniz. Çabuk parlayıp hemen sönüveren saman alevi gibi dayanıksızdınız. Başka toplumların ayakları altında eziliyordunuz. Develerin kirlettikleri pis su birikintilerini içiyor, tabaklanmamış bir deri parçasıydı yemeğiniz. İtilip kakılan, aşağılanan pespayelerdiniz. Çevrenizdeki toplumların sizi kapıp götürmelerinden korkuyordunuz. Bütün bunlardan ve de nice güçlü erlerin belâsına uğradıktan, Arap kurtlarına lokma olduktan ve Ehli Kitab’ın azgınlarına tutsak düştükten sonra, Allah, sizi Muhammed'le (s.a.a) kurtardı. Onlar her ne zaman savaş ateşini yakmak istedilerse, Allah onu söndürdü. Ne zaman şeytan boynuzunu gösterdiyse ya da ne zaman müşriklerden bir grup ağzını açmak istediyse, kardeşini (Ali'yi) tam ortasına attı. O da onların başlarını ezmedikçe, yaktıkları fitne ateşini kılıcıyla söndürme-dikçe onlardan vazgeçmezdi. O, Allah'ın zatı için var gücünü harcar, Allah'ın emri hususunda hiçbir çabadan geri durmazdı. Resulullah'a (s.a.a) yakını, Allah'ın velilerinin önderidir. Kollarını sıvamış, insanlara öğüt veriyordu. Çok çalışıyor, büyük emekler sarf ediyordu. Allah için bir iş yaptığında, kınayanların kınamasından korkmazdı. Siz ise refah içinde konforlu hayatınızı sürdürüyordunuz; rahatınız yerinde, bir eliniz yağda, bir eliniz balda olmak üzere can güvenliğine sahip olmanın keyfini çıkarıyordunuz. Bu arada başımıza bir felâket gelmesini dört gözle bekliyordunuz, bizim kara haberimizin bir an önce gelmesi için sabırsızlanıyordunuz. Savaş olunca geri durur, çatışmadan kaçardınız. Allah, Peygamber'inin (s.a.a) nebiler yurduna ve seçkinler diyarına intikalini uygun görünce, içinizdeki nifak düşmanlığı açığa çıktı, din kisvesi eskidi. O güne kadar susan hainler konuşmaya başladı, adı sanı bilinmeyen kimseler öne geçmeye, batıl ehlinin soylu develeri (önderleri) böğürmeye başladılar. Bunlar sizin meydanlarınızda itibar görür oldular. Şeytan bir kez daha başını deliğinden çıkardı, sizlere fısıldadı. Gördü ki, onun çağrısına icabet etmeye dünden razısınız, ona kanmayı içinizden geçiriyorsunuz. Derken sizi kışkırttı. Baktı ki, çabuk tahrik oluyorsunuz. Sizi öfkelendirdi; hemen küplere bindiğinizi gördü. Böylece size ait olmayan bir deveye damganızı vurdunuz. Kendinize ait olmayan kaynağın başına kondunuz. Bütün bunlar, çok kısa bir sürede oldu; henüz yaramız tazeydi ve kabuk bağlamamıştı. Daha Peygamber'in na'şını kabre koymamıştık. 'Fitne çıkmasından korkuyoruz.' diyerek bu işleri kaşla göz arasında kotardınız. "Haberiniz olsun! Tam fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Gerçekten cehennem kâfirleri kuşatmıştır." Heyhat! Ne oldu size? Allah'ın kitabı elinizde olduğu hâlde nereye yöneliyorsunuz? Hâlbuki Allah'ın kitabının konuları açık, hükümleri parlak, bilgileri göz kamaştırıcı, yasakları göz önünde ve emirleri apaçık ortadadır. Ama siz onu arkanıza atmışsınız. Yoksa ondan yüz mü çevirmek istiyorsunuz? Yoksa ondan başkasıyla mı hükmediyorsunuz? "Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!" "Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır." Sonra fitnenin oluşturduğu panik biraz yatışıncaya ve kontrol edilebilir hâle gelinceye kadar kısa bir süre beklediniz. Hemen ardından fitne ateşini harlandırdınız, alevlendirdiniz. Yoldan çıkaran şeytanın telkinlerine icabet etmeye başladınız. Şeytanın, dinin göz kamaştırıcı nurunu söndürme, seçilmiş Peygamber'in sünnetini işlevsiz hâle getirme amacına yönelik vesveselerine kapıldınız. Köpük içiyoruz diyorsunuz ama sütü de içip bitirdiniz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'ine ve çocuklarına zarar vermek için türlü dolaplar çeviriyorsunuz, gizli saklı plânlar kuruyorsunuz. Yüreğe saplanan bıçak gibi, ok gibi acı veren eziyetlerinize sabrediyoruz ve siz şimdi benim, babamdan miras alma hakkımın olmadığını diyorsunuz. Yoksa siz, cahiliye hükmünü mü istiyorsunuz? Kesin olarak inanan bir kavim için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?! Hâlâ bilmiyor musunuz? Evet, size gün gibi aşikârdır ki, ben onun kızıyım. Ey Müslümanlar! Bana kalan miras zorla elimden mi alınacak?! Ey Ebu Kuhafe'nin oğlu! Allah'ın kitabında, sen babanın mirasını alabilirsin, fakat ben alamam diye mi yazıyor? Öyleyse iğrenç bir şey yapıyorsun. Yoksa bilinçli olarak mı Allah'ın kitabını terk ettiniz, onu arkanıza attınız? Çünkü Allah'ın kitabında: "Ve Süleyman Davud'a mirasçı oldu." deniliyor. Zekeriyya Peygamber'in (a.s) oğlu Yahya'dan söz edilirken de şöyle deniyor: "Bana bir veli lütfet ki, bana ve Yakub'un soyuna mirasçı olsun." Ve yine şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kitabında akrabaların bazıları, bazılarına (miras hususunda) daha evlâdır." Yine buyurmuştur ki: "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder." Yine buyurmuştur ki: "Eğer bir hayır (mal) bırakıyorsa, baba ve annesine ve yakınlarına verilmesi için adalet ve iyilik üzere vasiyet etmek takva sahipleri için bir borç olarak yazılmıştır." Ama siz, benim bir payımın olmadığını, babamın mirasını alamayacağımı, onunla benim aramızda bir akrabalık olmadığını iddia ediyorsunuz. Yoksa Allah özel olarak size bir ayet indirdi de babamın, miras a-yetinin hükmünün dışında tutulmasını mı emretti? Yoksa her biri başka bir dine mensup iki kişi birbirlerine mirasçı olamazlar mı demek istiyorsunuz? Acaba ben ve babam aynı dinin mensupları değil miyiz? Siz Kur'ân'ın özel nitelikli hükümlerini ve genel nitelikli hükümlerini babamdan ve amcamın oğlundan (Ali'den) daha mı iyi bileceksiniz? Fedek'i hazır süslenmiş olarak al. Ama haşredildiğin gün karşına çıkacağını bil. Allah ne iyi hakemdir! Ve Muhammed (s.a.a) ne iyi önderdir! Kıyamette buluşuruz. Kıyamet kopunca batıl ehli olanlar büyük bir hüsrana uğrayacaklardır. O zaman pişmanlık da size bir fayda sağlamayacaktır. Her haberin gerçekleştiği bir zaman vardır. "Rezil eden azabın kime geldiğini göreceksiniz. Kimin kalıcı azaba mahkûm olduğunu da." Sonra Ensara taraf baktı ve şöyle dedi: Ey yiğitler topluluğu! Ve ey dinin yardımcıları ve İslâm'ın koruyucuları! Bana yapılanlara karşı içinde bulunduğunuz bu gaflet nedir? Uğradığım zulme karşı bu uyuşukluk da neyin nesi? Babam Resulullah (s.a.a) şöyle demiyor muydu?: "Kişinin saygınlığı çocuklarında devam eder." Ne çabuk bozuldunuz? Bu aceleniz ne? Şu anda maruz kaldığım eziyetleri savma gücünüz var oysa. İstediğimi ve istemeye devam ettiğimi geri alacak kudrete sahipsiniz. Yoksa: "Muhammed öldü!" mü diyorsunuz? Evet, onun ölümü boşluğu doldurulmayacak, çatlağı kapatılmayacak, gediği doldurulmayacak denli büyük bir felâkettir. Onun kaybından dolayı yeryüzü karanlığa gömüldü. Güneşin, ayın yüzü tutuldu. Onun ölümüyle meydana gelen felâket yüzünden yıldızlar söndüler. Ümitler suya düştü, dağlar ürperdi; dokunulmazlıklar, mahremiyetler çiğnenir oldu. Onun ölümüyle birlikte hürmetlere riayet eden kalmadı. Bu, Allah'a andolsun, büyük bir felâkettir. Korkunç bir musibettir. Onun gibi bir felâket görülmüş değildir, şu dünyada onun gibi bir musibet bir daha yaşanmayacaktır. Sizin evlerinizde okunan Allah'ın kitabı bunu duyurmuştu. Bundan önce Allah tarafından gönderilen nebi ve resullerin başlarına neler geldiğini ve bu, değişmez bir hüküm ve kesin kazadan ibaret idi: Muhammed bir elçidir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, topuklarınız üzere gerisin geri mi döneceksiniz? Kim topukları üzere dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlerin ödülünü verecektir. Ah Kıyleoğulları, ah! Babamın mirası talan mı edilecek? Hem de ben sizin gözlerinizin önünde duruyorken, sesimi duyabiliyor iken? Meclislerde, toplantılarda davet edildiğiniz hâlde öylece susup bakacaksınız? Şaşkınlık, elinizi-kolunuzu bağlayacak mı? Gerekli sayınız ve donanımınız olduğu hâlde? Gücünüz ve araçlarınız, silâhlarınız ve kalkanlarınız olmasına rağmen size ulaşan çağrıya karşılık vermeyecek misiniz? İmdat çağrısını duyduğunuz hâlde yardıma koşmuyorsunuz. Hâlbuki sizler yiğit ve savaşçı insanlar olarak bilinirsiniz, hayırla ve iyilikle anılırsınız. Sizler ki biz Ehl-i Beyt için seçilmiş seçkinlersiniz, beğenilmiş hayırlı kimselersiniz. Araplarla savaştınız, zorluklara ve ağır koşullara katlandınız. Milletlerle vuruştunuz, nice yiğitlerle savaştınız. Sizler sürekli bizimleydiniz, bizimle birlikte hareket ederdiniz. Biz emreder, sizler emrimizi hep yerine getirirdiniz. Derken İslâm değirmeni bizim eksenimizde dönmeye, günlerin bereketi, nimet ve rızk akmaya başladı. Şirkin soluğu kesildi, iftiranın coşkusu dindi ve küfrün ateşi söndü. Kargaşa çağrısı sustu. Dinin düzeni egemen oldu. Şu hâlde, gerçek açıklandıktan sonra neden bir kenara çekildiniz? Her şey açıklandıktan sonra neden gizlediniz? Karar verdikten sonra sözünüzden döndünüz? İmandan sonra şirke düştünüz? Verdikleri sözü bozan, Peygamber'i yurdundan çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme yazıklar olsun! Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. Dikkat edin! Ben, sizin rahat ve konforlu hayata dört elle sarıldığınızı (bu rahatınızı bozmamak adına ses çıkarmadığınızı) görüyorum. Hilâfete daha lâyık olanı, ondan uzaklaştırdınız. Rahatınız ve keyfinizle baş başa kaldınız. Darlıktan kaçıp genişliğe sığındınız. Böylece daha önce içinize aldığınız şeyleri attınız. Oysa siz bu şeyleri kolaylıkla sindirmiştiniz. Siz ve yeryüzünde bulunan herkes inkâr etse de, Allah ganidir ve övgüye lâyıktır. Haberiniz olsun! Ben, yüreğinizi kaplayan sevinci, kalplerinizi kaplayan hainliği bilerek bu sözleri söyledim. Ama bu sözler; keder ve hüznün kapladığı nefsin galeyanı, öfkenin dışa vurması, canın iyice zayıflaması, göğsün içindekileri artık saklayamaması kabilinden sözlerdir. Önünüze somut kanıtlar koyma amacına yöneliktirler. Varın siz onu (hilâfeti) sırtlanın; hep sırtınızda bir yara gibi kalacaktır. Zayıf karakterinizin bir göstergesi ve utanç lekeniz olacaktır. Cebbar olan Allah'ın gazabının ve ebedî rezilliğin damgası olarak alnınızda kalacaktır. Allah'ın tutuşturulmuş ve kalplere sirayet eden ateşine sürükleyecektir sizi. (Bilin ki,) yaptıklarınız Allah'ın gözünün önündedir. "Zalimler yakında hangi inkılâpla devrileceklerini bileceklerdir." Ben, sizi önünüzdeki bir azaba karşı uyaran uyarıcının kızıyım. Öyleyse yapın yapacağınızı, biz de yapacağız. Bekleyin bakalım, biz de beklemekteyiz. Bu konuşmadan sonra Ebu Bekir, kafaları karıştırmaya, meseleyi çarpıtmaya başladı; pozisyonunu güçlendirmek maksadına yönelik olarak çeşitli manevralar yaptı. Dedi ki: Ey Resulullah'ın kızı! Hiç şüphesiz senin baban, müminlere karşı yumuşak, cömert, şefkatli ve merhametli idi. Kâfirlere karşı elem veren bir azap ve büyük bir ceza gibiydi. Eğer babanın soyunu araştıracak olursak, elbette başka kadınların değil, senin onun kızı olduğunu; başka dostların değil, senin eşinin onun kardeşi olduğunu göreceğiz. O, senin eşini bütün dostlarına tercih etmiş, her büyük olayda ona yardımcı olmuştu. Sizi ancak bahtiyar kimse sever ve size ancak bedbaht, mutsuz ve haktan uzak kimseler buğzeder. Çünkü siz Resulullah'ın (s.a.a) soyusunuz. Soylu seçkinlersiniz. Bize hayır üzere yol gösterdiniz. Bizi cennete giden yollara ilettiniz. Ve sen ey bütün kadınların en hayırlısı! Ey peygamberlerin en üstününün kızı! Hiç şüphesiz söylediğin sözler doğrudur. Aklının genişliği bakımından herkesten öndesin. Senin hakkından vazgeçilmez ve doğruluğunun önüne set çekilmez. Allah'a yemin e-derim ki, Resulullah'ın (s.a.a) görüşüne düşmanlık etmedim ve sadece onun izniyle hareket ettim. Bir lider halkına yalan söylemez. Ben şahitlik ediyorum -şahit olarak Allah yeter ki Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum: "Biz peygamberler topluluğu, altın, gümüş, ev ve gelir getiren mülk miras bırakmayız. Sadece kitap, hikmet, ilim ve nübüvveti miras bırakırız. Bizden geriye kalan kazanç üzerinde, yöneticinin kendi hükmüne göre tasarrufta bulunması gerekir." Senin almaya çalıştığın atlar ve silâhlarla Müslümanlar kâfirlere karşı savaşacak, yoldan çıkan günahkârları cezalandıracaklardır. Bu hususta Müslümanlar arasında görüş birliği vardır ve ben tek başıma bu kararı almadım. Ben görüşünü zorla dayatan biri değilim. İşte benim durumum ve malım ortadadır. Hepsi senindir ve önüne serilmiştir. Hiçbir şey senden esirgenmeyecektir. Senden saklanmayacaktır. Sen ki, babanın ümmetinin önderisin, seyyidesisin. Çocuklarının şecere-i tayyibesisin (temiz ağacısın). Senin faziletini reddetmeyiz. Senin aslın ve soyun inkâr edilemez. Benim sahip olduğum kişisel malım ile ilgili ne karar verirsen, derhal uygulanacaktır. Sence ben bu hususta babana muhalefet etmiş olabilir miyim? Bunun üzerine Fatıma (a.s) şöyle dedi: Suphanallah! Babam Allah'ın kitabına karşı çıkmaz ve onun hükümlerine muhalefet etmezdi. Bilakis Kur'ân'ın izinden giderdi, surelerini takip ederdi. Yoksa siz ona yalan isnat ederek hainlikte mi birleşiyorsunuz?! Onun vefatından sonraki bu tavrınız, hayattayken başına açılan gailelere benziyor gibi. İşte Allah'ın kitabı adil bir hakemdir. Söyledikleri kesin çözüme bağlayıcı hükümdür. Diyor ki: "Bana ve Yakub soyuna mirasçı olacak..." Yine diyor ki: "Süleyman Davud'a mirasçı oldu." Yüce Allah, adaletli taksimatı öngören açıklamaları yapmış, feraiz ve mirasa ilişkin hükmünü yasalaştırmıştır. Bu mirasta erkeklerin ve kadınların pay almasını mubah kılmıştır. Batıl ehlinin bütün gerekçelerini ortadan kaldırmış, geçmişlerin tüm zan ve kuşkularını gidermiştir. "Hayır, nefisleriniz size kötü bir şey telkin etmiş bulunuyor. Bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin yakıştırmalarınıza karşı Allah'tan yardım istenir." Batıl söylemlere hemencecik aldanan, çirkin ve zararlı fiillere derhal göz yuman Müslümanlar topluluğu! Kur'ân'ı hiç düşünmez misiniz? Yoksa kalplerin üzerine kilitler mi vurulmuş? Hayır, hayır! Kalpleriniz kirlenmiştir. Ne de kötüdür amelleriniz! Kulaklarınız ve gözleriniz iptal edilmiş âdeta. Yaptığınız tevil ne kötü! Ne biçim görüş belirtmişsiniz?! Bu nasıl istişaredir?! Hakkı gasp edişiniz ne kötü! Allah'a yemin ederim ki, bunun ne denli ağır bir yük, ne denli taşınmaz bir vebal olduğunu göreceksiniz. Önünüzdeki perde kaldırılıp zorlukların gerisindeki hakikat ortaya çıktığı gün… Rabbiniz katında sizin için tahmin edemediğiniz şeylerle karşılaştığınız gün... O zaman batıl ehli olanlar büyük bir hüsrana uğrayacaklardır. Sonra Hz. Peygamber'in (s.a.a) kabrine yöneldi ve şunları söyledi: Senden sonra ne haberler var, ne musibetler! Ağır gelmezdi; bunlara tanık olsaydın eğer. Biz seni yitirdik, yağmuru yitiren yer gibi Kavmin bozuldu, sen gittin gideli. Her ailenin bir yakınlığı, bir menzili, değeri var Allah katında, en aşağıdan en yakına kadar. İçlerindeki kini bize göstermeye başladı nice adamlar Sen gittiğin ve seni bağrına bastığı için topraklar. Surat asmaya başladı, bizi küçümser oldu çok kişi bizi görünce Tüm yeryüzü gasp edilmiş oldu sen gidince Sen dolunaydın, aydınlatan nurdun bizce İzzet sahibi Allah katından sana inerdi kitaplar. Bize eşlik ederdi Cebrail ayetlerle Sen gittin hayır gizlendi perdelerle Ah! Ne olurdu, senden önce buluşsaydık ölümle! Sen gittin, senden gelmez oldu kitaplar. "Allah'a hamd olsun, verdiği nimetleri için ve O’na şükürler olsun, ilham ettiği hidayetlerden ötürü ve O’na senalar olsun, sunmuş olduğu eşsiz ve benzersiz yaygın ihsanları ve verdiği bol ve kâmil bağışları ve lütfettiği tam nimetleri için. Nimetleri, sayılmayacak kadar fazladır; nimetlerinin sürekliliği, şükürlerini imkânsız kılar; ebedi oluşu da onları idrak olunabilirlikten ırak eder. O, nimetlerini daha da arttırmak için kullarını şükretmeye çağırdı, nimetlerini bollaştırarak da mahlûkatından kendisine hamd etmelerini istedi ve (kıyamette) benzerlerine davet ederek ihsanını (salih insanlara) iki kat kıldı. Şahâdet ederim ki, Allah'tan başka bir ilah yoktur; tektir; ortağı yoktur; O Allah ki, ihlâsı, tevhid kelimesinin te'vili (esas ve özü) kılmış, kalplere O’na bağlılığı yerleştirmiş, fikirler O’nunla aydınlanmıştır. O Allah ki, gözler O’nu göremez, diller O’nu vasfedemez, akıllar O’nu kavrayamaz. O Allah ki, önceden olan bir şeye dayanmadan, bir eş ve benzere öykünmeden, yaratmaya muhtaç değilken, kendisi için bir yarar ve çıkar söz konusu değilken, sadece hikmetinin sağlamlığını bildirmek, itaati hususunda uyarmak, kudretini aşikar etmek, mahlukatını kulluğa çağırmak ve çağrısını güçlü kılmak için kendi güç ve meşiyetiyle her şeyi var etti. Sonra da kullarını kendi gazabından korumak ve onları cennetine sevk etmek için itaati karşısında mükâfatı ve isyanı karşısında da azabı vaat etti. Ve şahâdet ederim ki, babam Muhammed (s.a.a) O’nun kulu ve Resulü’dür. Allah, onu peygamber olarak göndermeden önce beğendi, yaratmadan önce seçti ve meb'us kılmadan önce -hatta mahlûklar gayp âleminde korkunç perdeler altında saklıyken ve yokluk sınırının eşiğinde bulunurken- onu Ahmed (yani beğenilmiş) olarak isimlendirdi. Çünkü Allah işlerin nihayetini ve hadiselerin akışını bilir ve takdir ettiği şeylerin yerlerine vâkıftır. Sonra Allah emrini tamamlamak, hükmünü icra etmek, kesin mukadderatını infaz etmek için onu peygamber olarak gönderdi. İnsanlar çeşitli dinlere bölünmüş, her grup yarattığı ihtilaf ateşinin çevresinde toplanmış, putlara tapıyor, bilerekten O’nu inkâr ediyorlardı. Allah, babam Muhammed'in (s.a.a) nuruyla karanlıkları aydınlattı, kalplerdeki düğümleri çözdü; gözlerden şaşkınlık perdelerini giderdi. Babam insanlar arasında hidayet işini üstlendi, sonunda onları sapıklıklardan kurtardı, kör olan gözlerini açtı, onları mutedil bir dine hidayet etti, doğru bir yola çağırdı. Daha sonra Allah, Peygamberi’ni, kendi istek ve rağbetiyle bu dünyadan alıp kendisine götürdü. Böylece Muhammed (s.a.a) bu dünyanın zorluklarından kurtulup yüksek meleklerin eşliğinde Rabb'inin rızasıyla kuşatıldı ve yüce mülk sahibi Allah'ın civarına erişti. Allah'ın salâtı, selâmı, rahmet ve bereketleri, kendi peygamberi ve vahyinin emini ve kulları arasında seçtiği ve beğendiği ve razı olduğu babama olsun." Sonra mecliste bulunanlara bakarak şöyle dedi: "Ey Allah'ın kulları! Sizler O’nun emir ve nehiylerinin muhatabı, din ve vahiy ilminin taşıyıcıları, kendi nefisleriniz üzerindeki eminleri ve dini diğer ümmetlere ulaştıran elçilerisiniz. Allah tarafından hak bir önder (olan Kur'an) sizin aranızdadır. O, Allah'ın size sunmuş olduğu bir ahdi ve halef olarak bıraktığı bir hüccetidir. O, Allah'ın nâtık kitabı, sâdık Kur'an'ı, yüce nuru, parlak ışığıdır. Delilleri aşikâr, sırları münkeşef, açık, zahirleri aydındır. Ona uyanlara gıpta olunur, o kendisine uyanı Allah'ın rızasına götürür, ona kulak vereni kurtuluşa sevk eder. O Kur'an vasıtasıyla Allah'ın aydın hüccetlerine, açıklanmış farzlarına, sakındırılmış haramlarına, dikilmiş nişanelerine, yeterli burhanlarına, övülmüş erdemlerine, hibe edilmiş ruhsatlarına ve yazılmış kanunlarına ulaşır." Sonra Hz. Fatıma Kur'an-ı Kerim'de yer alan şeriatı açıklayarak şöyle buyurdu: "Allah, şirkten arınmanız için imanı, kibirden uzaklaşmanız için namazı, nefsin temizlenmesi ve rızkın artması için zekatı, ihlâsın sağlamlaşması için orucu, dini ayakta tutmak için haccı, kalplerin düzelmesi için adaleti, dinin düzene girmesi için bize itaati, ümmetin tefrikaya düşmemesi için bizim imametimizi, İslam’ın aziz ve üstün olması için cihadı, İlâhî mükafatı hakkedebilmek için sabrı, toplumun maslahatı için iyiliği emretmeyi, gazaptan korunmak için ana-babaya iyilik etmeyi, ömrün uzaması ve nüfusun çoğalması için akrabalarla ilişkiyi kesmemeyi, kanların akıtılmaması için kısası, mağfirete ehil olmak için adağı yerine getirmeyi, malların değerinin korunması için ölçü ve tartıda tam hakkını vermeyi, lanetten korunmak için kazif’ten (namuslu kadınlara zina isnadında bulunmaktan) sakınmayı, iffet ve emniyeti (toplumda) hakim kılmak için hırsızlık yapmaktan uzak durmayı, pislikten uzak olmak için şarap içmekten çekinmeyi, Rabliğine olan inancın ihlası için şirkten kaçınmayı farz kıldı." "(Öyleyse ey inananlar,) Allah'tan hakkıyla korkun ve ancak Müslümanlar olarak (Allah'a teslim olduğunuz halde) ölün!” "Size emrettiği ve sakındırdığı şeyde Allah’a itaat edin. Çünkü Allah'tan kulları içinden ancak bilginler korkar." Sonra şöyle dedi: "Ey insanlar, bilin ki ben Fatıma'yım ve babam Muhammed'dir (s.a.a) Bu sözü ben tekrar- tekrar sizlere söylüyorum. Sözlerim haktır ve yaptığım işte batıl bir yön yoktur. (Allah Teâlâ buyuruyor ki): "And olsun size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, uğradığınız çetinlikler ona ağır gelir, o size pek düşkün ve mü'minlere şefkatli ve merhametlidir." Eğer o peygamberi tanıyor olsanız, bilmeniz gerekir ki o, sizin kadınlarınızın babası değil, benim babamdır; sizin erkeklerinizin değil, benim amca oğlumun kardeşidir. Onunla akrabalık ne de güzeldir! O, risaletini halka ulaştırdı, onları İlâhî azapla korkuttu, müşriklerin yollarından yüz çevirdi, sırtlarına ağır bir darbe indirdi, boğazlarını sıktı, halkı hikmet ve güzel öğütle Rabb’inin yoluna çağırdı, putları kırdı, küfrün önderini yüz üstü yere serdi, sonunda küfür topluluğu hezimete uğradı, geriye dönüp kaçtı, gecenin karanlığı sabahın aydınlığı ile yarıldı, hakkın özü ortaya çıktı, dinin önderi konuşmaya başladı, şeytanın sözcülerinin sesi kesildi, nifakın tacı yere düştü, birer birer küfür ve düşmanlık düğümleri çözüldü. Sizler de yüzleri ak ve oruçtan karınları aç kişilerin arasında (özgürce) ihlâs (lâ ilahe illallah) kelimesini söyler oldunuz. Sizler Hz. Resul-i Ekrem gelmeden önce ateş dolu bir uçurumun kenarında idiniz, (o halinizle) taşın dibinde kalan, hemen içilip tüketilecek olan bir yudum su idiniz; aç kişinin ganimet bilip yiyivereceği bir lokmaydınız, adavet ateşini körükleyenler için uygun bir alev idiniz, ayaklar altında eziliyordunuz. İçtiğiniz, deve sidiğiyle dolmuş ve hayvan pisliğiyle kokuşmuş çöllerdeki çukur suyu idi. Yediğiniz dabaklanmamış deriyle hazırlanan yemekti. Pek zelil ve aşağılık bir hale düşmüştünüz, etrafınızdaki insanların saldırıp sizi yok etmesinden korkuyordunuz. Bütün bu bedbahtlıktan sonra sizleri Allah Tebareke ve Teâlâ babam Muhammed (s.a.a) vasıtasıyla kurtardı. Sonra yiğit kişiler, Arab’ın kurtları ve kitap ehlinin isyancılarıyla denenip sınandı. Onlar ne zaman savaş ateşini tutuşturuyorlardıysa, Allah onu söndürürdü ve ne zaman şeytan boynuzunu çıkarıyorduysa veya müşriklerden bir ejderha ağzını açıyorduysa, Peygamber kardeşi Ali’yi onun ağzına atıverirdi (onun önüne çıkarırdı), o da onun beliyle kulağını ayağının altına almadıkça, onun püskürdüğü ateşi kılıcıyla söndürmedikçe geri dönmezdi. O, Allah’ın rızasını kazanmak için bu zorluklara katlanır, O’nun emirlerini uygulamak için çaba sarf ederdi. Resulullah’a herkesten daha yakındı. Velilerin efendisiydi. O, her zaman (Allah’ın ve Peygamber’in emrine) hazır, hayır isteyen, gayret sarf eden ve emekçi idi. Allah'ın yolunda, kınayanların kınaması ona mani olmazdı. Ama siz (o dönemde) asayiş ve emniyet içerisinde keyfinizi sürdürmekte, rahatınıza bakmaktaydınız ve bizlerin başına gelen belaların sonucunu bekliyor, neticenin kimin yararına olacağını öğrenmek istiyordunuz; savaşlara katılsanız da düşmanla karşılaştığınızda geriye dönüp kaçıyordunuz. Allah Tealâ Peygamberi'ne enbiyanın bulunduğu, yani seçkinlere ayırdığı makama yücelmeyi kararlaştırdığında ise, sizlerdeki nifak düğümleri aşikâr oldu, din gömleği yıprandı; kendini gizlemiş olan azgınlar nutka geldi ve cansız kalmış düşmanlar harekete geçti; batıl ehlinin önderi kükremeye başladı, aranızda değer kazandı, şeytan yuvasından başını çıkarıp sizleri kendine çağırdı, sizlerin de onun davetini kabullenmeye ve aldanmaya meyilli olduğunuzu gördü. Sonra şeytan hareket etmenizi istedi, siz de hareket ettiniz, tehyiç olmanızı (coşmanızı) istedi, siz de galeyana gelip tehyiç oldunuz. Derken başkasının devesini (kendi deveniz olarak) dağladınız (sizin malınız olmayan hilafeti gasp ettiniz), ve (onu) başkasına ait çeşmeye sürdünüz (yani başkasına ait olan hilafete el koydunuz). Bütün bunlara, henüz Resul-i Ekrem'in vefatından kısa bir süre geçmeden ve henüz kalbimizin yaraları tazeyken, yüreğimizin cerahati iyileşmeden, hatta Resul-i Ekrem'in cenazesi defnedilmeden teşebbüs ettiniz. "Fitne çıkmasından korkuyoruz" diyerekten kendinizi öne attınız. Ama bilin ki, fitnenin ta içine düştünüz. "(Oysa) iyi bilin ki (bu işleriyle), tam fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Gerçekten cehennem kâfirleri (her taraftan) kuşatmıştır.” Heyhat! Siz nere, fitneyi yatıştırmak nere! Ne oluyor size? Nereye gidiyorsunuz? Allah’ın Kitabı sizin aranızdadır; sözleri açık, ahkamı parlak, nişaneleri belirgin, emir ve yasakları ortadadır. Ama siz onu arkanıza atmışsınız. Ondan yüz çevirmek mi istiyorsunuz? Yoksa başka bir kitapla mı hüküm veriyorsunuz? "Ne kötüdür zalimlerin (Kur'ân'ın yerine) seçtikleri bedel” "Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, asla ondan kabul edilmez ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olur." Sonra ancak o fitnenin doğurduğu nefret yatışıncaya ve kontrol altına girinceye kadar beklediniz ve sonra yine fitnenin alevini daha da bir şiddetlendirmeye ve ateşini daha da bir kızgınlaştırmaya yöneldiniz. Azgın şeytanın davetine müspet cevap vererek dinin apaydın nurlarını ve peygamberin sünnetini boşlamaya koyuldunuz. Sizler köpüğü içmek adına altındaki sütü içiyor, (Beyt ul-malı gizlice istediğiniz şekilde harcıyorsunuz) bunun yanı sıra açıkta, gizlide peygamberin Ehl-i Beyt'ine ve evladına haksızlık ediyorsunuz. Bizim ise sizlerin kalbimize vurduğunuz hançer yarasına ve bağrımızı delen ok darbesine sabretmekten başka bir çaremiz yoktur. Siz şimdi de benim, babamdan miras alma hakkımın olmadığını iddia ediyorsunuz. "Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar (uygulamak istiyorlar)? Hâlbuki yakin eden bir toplum için hükmü Allah'tan daha güzel olan kim olabilir?"  Acaba sizler benim Resulullah’ın kızı olduğumu bilmiyor musunuz? Benim onun kızı olduğum parlak güneş gibi size açıktır. Ey Müslümanlar! Acaba benim mirasım zorla elimden alınacak mı? (ve siz buna seyirci mi kalacaksınız?) Ey Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir)! Acaba senin babandan miras alman, ama benim babamdan miras almamam Allah'ın kitabında mı yazılmıştır? Gerçekten ortaya attığın söz büyük bir iftiradır. Acaba bilerek mi Allah'ın kitabını arkanıza atıp terk ettiniz? Oysa Kur'an-ı Kerim: "Ve Süleyman Davud'dan irs aldı (ona mirasçı oldu)."  buyuruyor. Ve Yahya ibn-i Zekeriyya'nın kıssasını anlatırken de buyurmuştur: "Dedi ki (Ey Rabb'im), bana bir veli lütfet ki, benden ve Yakup soyundan irs alsın (mirasçı olsun)."  Ve yine buyurmuştur ki: "Allah'ın kitabında akrabaların bazıları bazılarına (nispet, irs hususunda) daha evladır."  Yine buyurmuştur ki: "Allah size evlatlarınız hakkında bir erkeğe iki kadının payını tavsiye eder." Yine buyurmuştur ki: "Sizlerden birinin ölümü geldiği zaman kendisinden bir hayır (mal) bırakıyorsa baba ve annesine ve yakınlarına (verilmesi) adalet ve iyilik üzere vasiyet etmek (Allah"tan) takvalılara bir borç olarak yazılmıştır." (Kur'ân ayetleri böyle buyururken acaba) sizlere göre benim bir payım yok mu ve benim babamdan miras almaya hakkım yok mudur?! Acaba Allah sizlere miras ayetinde bir özellik tanımış da yalnız babamı mı çıkartmıştır? Yoksa sizler, "Ayrı-ayrı dinlere mensup olan kişiler birbirlerinden miras alamazlar mı" diyorsunuz (ve bu yüzden bana miras hakkı tanımıyorsunuz)? Acaba ben ve babam aynı dine bağlı değil miyiz? Yoksa sizler Kur'ân'ın husus ve umumunu (genel hükümlerini ve hükümlerden istisna edilen durumlarını) babam ve amcam oğlundan daha iyi bildiğinizi mi iddia ediyorsunuz? Ey Ebu Bekir, bu eğerlenmiş, yularlanmış deve de senin olsun, al götür! Ama bil ki, mahşere geldiğin gün yaptıklarınla karşılaşacaksın. O gün ki, hâkim Allah, kefil Muhammed (s.a.a)’dir! Allah ne güzel hükmeden, Muhammed ne güzel kefil ve kıyamet ne güzel buluşma yeridir! “O gün batılda olanlar hüsrana uğrayacaklar.” O gün pişmanlık duymanız da halinize bir yarar sağlamayacaktır. “Elbet her bir haber için kararlaştırılmış bir zaman vardır. Siz de bileceksiniz.” "Artık yakında zelil edici azabın kime geleceğini ve kalıcı azabın kimi yakalayacağını bileceksiniz." Sonra Ensar'a doğru bakarak şöyle dedi: “Ey cömertler topluluğu! Ey dinin pazuları (yardımcıları)! Ey İslam’ın koruyucuları! Benim hakkımda sizdeki bu zaaf ve mazlumiyetim hususunda sizdeki bu uyuklama nedir? Babam Resulullah (s.a.a); “Kişinin hürmeti, evladı hakkında korunmalıdır (evlada hürmet babaya hürmettir.)” buyurmuyor muydu? Ne çabuk değiştiniz? Ne çabuk boşaltıp döktünüz (kararlarınızı değiştirdiniz)? Sizin, istediğim ve elde etmeye çalıştığım şeye gücünüz vardır. Muhammed (s.a.a) öldü mü diyorsunuz? Evet, bu büyük bir musibetti, gediği geniş mi geniştir; bu gediğin bitişmesi zor mu zordur. "Ey yiğitler topluluğu! Ey dinin yardımcıları! Ey İslam'ın koruyucuları! Benim hakkımda yaptığınız bu gevşeklik ve benden zulümle alınan (Fedek) hususundaki bu gafletiniz nedir? Babam Resulullah (s.a.a): "Kişinin ihtiramı, evlatlarına iyi davranmakla korunur." diye buyurmuyor muydu? Ne çabuk değiştiniz. Ne çabuk verdiğiniz ahdi bozdunuz. Sizlerin benim talebimi yerine getirmeye gücünüz var. Acaba kendi kendinize, Muhammed (s.a.a) öldü mü, diyorsunuz? (Evet, öldü ama bu) büyük bir musibet idi ki, bu yüzden hasıl olan boşluk ve vücuda gelen gedik geniş mi geniştir, bu gediğin bitişmesi zor mu zordur. Onun gözlerden kaybolmasıyla yeryüzü karanlık oldu, musibetinden dolayı güneş ve ay tutuldu, yıldızlar dağıldı, ümitler boşa çıktı, dağlar alçaldı, sınırlar çiğnendi, hürmetler pay imal edildi. And olsun Allah’a, bu büyük bir felaket ve büyük bir musibetti; dünyada bunun misli (canları yakan) bir bela ve afet görülmemiştir. Ama her akşam ve sabah evlerinizde okuduğunuz Kur’an bunu (Peygamber’in ölmesini) açıkça bildirmiştir. Bu bela (ölüm) ondan önceki peygamber ve ilâhî elçilere de gelip çatmıştır. Bu, kesin bir hüküm ve kaçınılmaz bir kazadır. "Muhammed ancak bir elçidir, ondan önce peygamberler gelip geçmiştir; acaba eğer ölürse veya öldürülürse sizler (dinden) geriye mi döneceksiniz? Kim ki, dinden geriye dönerse (bilsin ki) Allah'a asla bir zarar veremez ve Allah şükredenleri mükafatlandırır." Ey Kıyle oğulları (Evs ve Hazrec), sizin gözünüzün önünde babamın mirasını elimden alacaklar ve sizler buna şahit olup susacak ve topluca bunu duyup kendinizi kenara mı çekeceksiniz?! Halbuki, hepinize yardım çağrısında bulunmuşum ve siz de haberdarsınız. Sizler ki, güç ve sayınız yeterlidir ve elinizde silah ve kalkan vardır. Acaba nasıl olurda yardım çağrısını duyup icabet etmiyorsunuz; feryadımızı işitiyor ama bizim yardımımıza koşmuyorsunuz? Oysaki sizler cesur insanlar diye tanınmışsınız ve iyilik ve salah ile marufsunuz; sizler bizler için seçkinler ve beğenilmişlersiniz. Araplarla savaştınız ve çetinlik ve zorluklara karşı koydunuz ve kabilelerle karşı karşıya geldiniz ve kahramanlarla mücadele eylediniz. Nice zamanlar biz adım attığımızda adım attınız, emrettiğimizde hep itaat ettiniz. Nihayet İslam değirmeninin taşı bizlerin ekseninde dönmeye başladı, nimet ve rızk çoğaldı, şirkin sesi kesildi, iftiracıların coşkusu yattı, küfrün ateşi söndü, fitnenin çağrısı sustu, din nizamı düzene girdi. Öyleyse hak aşikâr olduktan sonra neden şaşkınlığa düştünüz? Gerçekler ilan olduktan sonra neden onu tekrar gizlemeye yöneldiniz? İkdam ettikten sonra neden gerisin geriye döndünüz? İman ettikten sonra neden yeniden şirke düştünüz?" “Neden antlarını bozan ve Resulullah'ı çıkarmaya yeltenenlerle savaşmıyorsunuz? Oysaki ilk olarak onlar (savaşı) başlattılar. Yoksa onlardan mı korkuyorsunuz? Oysaki gerçek iman sahibi iseniz kendisinden korkmanıza en layık olan Allah'tır." Görüyorum ki rahatlığa yönelmişsiniz, yöneticiliğe herkesten layık olanı makamından uzaklaştırıp, müsterih olmuşsunuz, darlıktan kaçıp genişliğe, refaha meyletmişsiniz, gizlediğinizi açığa vurmuşsunuz, afiyetle içtiğinizi geri kusmuşsunuz. (Fakat şunu bilin ki:) “Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü kafir olsanız, gerçek şu ki, Allah ganidir (hiçbir şeye muhtaç değildir), hamidtir (bütün övgüler O’na mahsustur).” Bilin ki gerekeni söyledim, alçaldığınızı (geçici sarhoşluğunuzu) da, kalplerinizin gizlediği hıyaneti de biliyordum. Ama bütün bunlar, dertli ruhun taşması, öfkenin dışarı dökülmesi, kalp çeşmesinin coşması, gönlün derdi ve hücceti tamamlamaktı. (Mesele yağmalamaksa) bunu da (Fedek’i de) alın ve onu da hilafet devesinin arkasına yükleyip götürün. Fakat şunu bilin ki, onun sırtı yağır olacak, ayakları da aşınacak, kusuru ise kalacak (sizin için yüzkarası olacak)tır. O (hilafet devesi), Allah’ın gazabıyla damgalanmıştır, ebedi bir utanç dağı olarak sizi; Allah’ın kalplere işleyen yakılmış ateşine götürecektir. Bilin ki, yaptıklarınız Allah’ın gözü önündedir. “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”Ben, “Sizi şiddetli bir azabın öncesinde uyarıp-korkutan” Peygamber’in kızıyım. Artık“Yapabileceğinizi yapın; kuşkusuz biz de (bir şeyler) yapmaktayız. Ve gözleyip durun; gerçekten biz de gözleyip-durmaktayız.” Ebu Bekir, Hz. Fatıma’nın güçlü mantık ve delili karşısında şaşkınlığa kapılmıştı, ne söyleyeceğini ne yapacağını bilmiyordu. Nihayet şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın kızı! Baban müminlere karşı şefkatli ve esirgeyiciydi. Hiç şüphesiz Muhammed (s.a.a) bizim kadınlarımızın babası değildi, senin babandı ve senin kocanın kardeşiydi. Bunu çok iyi biliyoruz. Kim sizi severse kurtuluşa erişir, kim size karşı kin beslerse hüsrana uğrar... Hiç kimse seni hakkından mahrum edemez, seni yalanlayamaz... Fakat Allah’a and olsun ki, babanın şöyle buyurduğunu duydum: “Biz Peygamberler, altın, gümüş, ev ve mülk miras bırakmayız; ilim ve nübüvvetten başka mirasımız olmaz. Bizden geride kalan mallarımız Müslümanların halifesinin yetkisindedir...” Hz. Fatıma Ebu Bekir’e şöyle cevap verdi: “Subhanallah! Babam Allah’ın Kitabından yüz çeviren, ahkâmına muhalefet eden değildi. Onun hükümlerine uyan, onun surelerini takip edendi. Acaba hileye başvurarak ona iftirada bulunmak mı istiyorsunuz? Onun ölümünden sonra sizin bu işiniz, onun hayatı döneminde onu yok etmek için kurduğunuz tuzaklara benzemektedir. Bu Kur’an, adaletli bir hâkim ve hakla batılı birbirinden ayırandır. Kur’an buyuruyor ki: “Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun, Yakup oğullarına da mirasçı olsun.” “Süleyman Davud’a mirasçı oldu” Allah Teâlâ feraiz ve miras hükümlerini Kur’an’da beyan etmiş, zan ve şüpheye bir yer bırakmamıştır. “Hayır, nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (kendisinden) yardım istenecek olan Allah’tır.” Ebu Bekir, Hz. Fatıma’nın ezici delillerinden kendisini kurtarmak için şöyle dedi: “...İkimizin arasında bu insanlar hükmetmelidir. Çünkü beni onlar hilafete seçtiler...” Hz. Fatıma bunun üzerine o susan halka şöyle buyurdu: “Ey batıl söze koşan, çirkin ve helak edici ameller karşısında susan topluluk! “Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmez misiniz? Yoksa bir takım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş?” Hayır, yaptığınız kötü ameller kalplerinizi kaplamıştır; kulaklarınızı, gözlerinizi kapamıştır. Tevil ettiğiniz (yorumladığınız) ne de kötüdür! Biçtiğiniz ne de pistir! Muameleniz ne de çirkindir! Vallahi onun yükünü ağır, sonucunu kötü bulacaksınız. Perdeler gözlerinizin önünden kaldırıldığında, onun ardındaki şiddet ve mihnetler açığa çıktığında, sanmadığınız şeyler Allah tarafından size aşikâr edildiğinde, “İşte orada hakkı iptal etmekte olanlar hüsrana uğrayacaklardır.” Hz. Fatıma (a.s) daha sonra Resulullah (s.a.a)’in kabrine bakarak şu şiiri okudu: “Senden sonra bir takım olay ve sıkıntılar oldu; eğer sen hazır olsaydın olaylar o kadar büyümezdi. Yer yağmurunu kaybettiği gibi biz de seni kaybettik; kavmin de bozulup dağıldı; öyleyse sen onların musibete uğramalarına (sapmalarına) şahit ol. Allah katında kurp ve makamı olan her aile, yakınlardan daha yakın ve üstündür. Göçüp gittiğinde ve toprak aramızda engel olduğunda, bazı kimseler gönüllerinde saklı olan düşmanlıklarını aşikâr ettiler. Sen dünyadan göçtüğünde, bazı kişiler (de) asık suratla bizimle karşılaştılar, bizi küçümsediler ve bütün yeryüzü zorla (bizden) alındı. Sen, dolunay ve kendisinden ışık alınan bir nur idin; izzet sahibi Allah’tan taraf sana kitaplar nazil oluyordu. Cebrail ayetler getirmekle bize ünsiyet (sükûnet) veriyordu, senin gitmenle bütün hayırlar da perde arkasında yer aldı. Keşke senden önce ölüm bize ulaşsaydı, sen göçüp gittiğinde, yığın topraklar aramızda engel oldu. Biz öyle bir musibete duçar olduk ki, gamlı ve kederli insanlardan hiçbir kimse, ne Arap, ne de Acem böyle bir musibete duçar olmamıştır.”

Hz. Fatıma (a.s) bu konuşmalardan sonra evine döndü...

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

TARKAN, GEÇÇEK VE GELECEK Sosyal medya da gündeme oturan Tarkan’ın “geççek” klibini merak ettim, ben de izledim. Evet başarılı bir klip olmuş. Tarkan’ın hakkını iyi vermek gerek. Güzel sunmuş. Ancak b

MİRAÇ VE HİBETULLAH Zer âleminde Resulullah’ın (saa) tüm insanlar ve seçkinler arasında en seçilmiş kişi olduğunu biliyoruz. O gün sorulan tüm sorulara Resulullah(saa), tüm insanlar arasında en hızlı

bottom of page