GADİR HUM’DAN ÖNCE HAC BİLİNCİ
Hac menasiklerin yeri Meşari’l Haram bölgesidir. Yani Allah’ın şiarlarının toplu halde bulunduğu bölgedir. Kâbe, Safa ve Merve, Zemzem, Hz. İbrahim’in Makamı, Arafat dağı, Müzdelife, Mina gibi şiarlar Hac süresinde geçmektedir.
Bu şiarlar bize Yüce Allah’ı hatırlatırlar. İnsanoğlunun hidayet yolunu görebilmeleri için yol işaretleri konumundadırlar. Ve hepsinin hikâyesinde Allah tarafından seçilmiş Peygamberler veya vasilerinin hatırlattıkları vardır. Zaten bu kimliklerle tüm şiarlar öne çıkarlar.
Şiarlar arasında ve tüm bu şiarları canlandıran, Allah tarafından görevli ve her zamanın gözü, dili konumunda olan en önde duran bir şiar daha vardır. Dini ayakta tutan, Kur’an’ı koruyan, sünneti ihya eden her zamanın şiarı! O da seçilmiş bir hidayet önderi olarak her zaman var olduğudur.
…Fuzeyl'den, dedi ki: Hz. Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık) aleyhisselam'a:
“Allah Azze ve Celle'nin: "...Her toplumun bir de hidayetçisi vardır."(Rad/7) buyruğunu sordum.
Buyurdular ki: "Her imam yaşadığı çağdaki insanların hidayetçisidir." Usuli Kâfi, c. 1, h. 497
Bu zamanın hidayet önderi de İmam Mehdi(a.f)’dir. Ve gelen rivayetlerde o her yıl hac menasikine katılmaktadır. Dolayısıyla haccı hac yapan ve marifet yeri olan Arafat dağında her sene Arefe günü zamanın önderi bulunmaktadır. O dinin direğidir. Çünkü ilahi marifet ve peygamberin mirası ondadır. Kupkuru olan dağda düşünülmemelidir. O halde kim Arefe günü, Arafat dağında zamanın önderini dininin merkezine alırsa o marifete daha yakın olur.
Durum bu iken tarihi süreçte diğer şiarlar (Kâbe, Safa, Merve, Arafat, Zemzem gibi) ile zamanın önderinin ayrı düşünüldüğü sahneleri çok görüyoruz. Örneğin Mekke müşrikleri Allah’a iman ettiklerini söyledikleri, Kâbe’yi tavaf ettikleri, Merve ve Safa arasında say yapıkları, kurban kestikleri halde âlemlerin efendisi olan, tüm seçilmişlerin önünde duran, en kerim kul Hz. Muhammed’in(saa) peygamberliğini kabul etmemiş, Mekke’den dışlamış ve hatta öldürmek için defalarca uğraşmışlardı. Onu dinin en önemli şiarı veya kanıtı olarak görmemişlerdi.
Aynı sahneleri İslam tarihi sürecinde de görüyoruz. Hz. Muhammed (s.a.a) kendi döneminde Hac’ tan dönerken Gadir Hum’da verdiği hutbede kendisinden sonra dinin sütunu olarak İmam Ali’nin(a.s) görülmesi gerektiğini buyurmuştu. Onun velayetliğini kabul edenlerin Allah ve Resulüne sadık olduğunu belirtmişti. Ancak görüyoruz ki bir avuç sadık Müslümanlar dışında aynı eski cahiliyye bakışı gibi yine zamanın önderini diğer şiarlardan ayrı tuttular.
Aynı sahne imam Hüseyin’in(a.s) döneminde de görüyoruz. Hac günlerinde insanlar çevre beldelerden Mekke’ye doğru akın ederken, Mekke’de bulunan İmam Hüseyin(a.s) o günün yönetim baskısından ve halkın cehaletinden Terviye günü (Arefe gününden bir gün önce) Mekke’den ayrılmak zorunda kalıyor. Oraya doğru gelen ve orayı mesken edinmiş insanlar, imam Hüseyin’i (a.s) ne anlıyorlar, ne de ona destek veriyorlar. Yaşanan olayları kişiselleştirip, onun hiçbir davetine olumlu cevap vermiyorlar. O, sanki kendi imamları değilmiş gibi. Halk hac şiarlarını yine önderinden ayrı görmüş oldu ki, imamları haccı yapamadan Mekke’den ayrılmak zorunda kalıyor, onlar ise hac menasikine hiçir şey olmamış gibi devam ediyorlar. Allah rızasını olması gereken ana şiarda değil, beldelerde arıyorlar.
…Cabir'den, dedi ki: Hz. Ebu Cafer (İmam Muhammed Bâkır) aleyhisselam'ın şöyle buyurduklarını duydum:
"Yalnızca Allah'ı ve biz Ehli Beyt'ten olan imamını tanıyan kimse, Allah Azze ve Celle'yi tanır ve O'na kulluk eder. Allah Azze ve Celle'yi ve biz Ehli Beyt'ten olan imamı tanımayan ise, Allah'a yemin olsun ki ancak böylece sapık şekilde Allah'tan başkasını tanır ve kulluk eder." Usul-i Kâfi, c.1, h. 464
İmam Hüseyin (a.s)’e olan aynı bakış açısı, yine halk tabanında devam ediyor. Bu gün zamanımızın önderi İmam Mehdi(a.f) de diğer şiarlardan kopuk görülmeye çalışılmaktadır. Hâlbuki marifet kalesi gerçekte imam Mehdi(a.f) değil miydi?
…Cabiri'l-Cofi'den, dedi ki: Hz. Ebu Cafer (İmam Muhammed Bâkır) aleyhisselam buyurdular ki: Resulullah sallallahu aleyhi ve alih şöyle buyurmuşlardır:
"Kim, benim yaşayışımı yaşamak, benim ölümümle ölmek ve Rabbi'min bana vaad ettiği cennete girip, Rabbi'min kendi eliyle diktiği dala tutunmak istiyorsa, Ali bin Ebu Talip ve ondan sonraki vasileri veli edinsin.Çünkü onlar, sizi sapıklık kapısına sokmaz, hidayet kapısından da çıkarmaz. Onlara bir şey öğretmeğe kalkışmayın, çünkü onlar sizden daha bilgilidirler. Rabbi'mden istedim ki, Havuz'un başında bana dönünceye kadar onlarla Kitab'ın (Kur'an'ın) arasını açmasın."
Bu arada Resulullah sallallahu aleyhi ve alih iki parmağını birbirine bitiştirdi. (Sonra da buyurdu ki): "Onun (Havuz'un) genişliği San'a ile Eyle arasıcadır, orada yıldızların sayısıca gümüşten ve altından kadehler bulunmaktadır." Usul-i Kâfi, c.1, h. 537
Bazı insanlar Ehli Beyt’in Hz. Peygamber’den(s.a.a) sonraki mirasçılığını red etmektedirler. Doğruluğuna inanmadığımız bu tercihi onlar kendilerince yapmışlar?!
Ancak sözüm Ehli Beyt’in konumunu kabul ettiğini söyleyenleredir. Onlar da aynı hatayı yapmaktadırlar.
Gerçekte iman ve kulluk sunumunda İmam Mehdi (a.f) takip edilmeli idi. Ona itaat şartı vardı. Bu dini ayakta tutan ilahi sütun o görülüyordu. O halde Takvim takibi yapılarak o şiarın(İmam Mehdi’nin a.f.) marifetine razı ve hakkımızda Arefe vakfesinde yaptığı dualarına, ortak olmalıydık. Onun dualarıyla önümüzü aydınlatmasını istemeliydik. Onun marifetinin ışınlarını Arefe günü bir kelebek etkisi gibi tüm beldelere yayılmasından feyz almalıydık. Ancak bu şekilde ilahî terbiyeden ve disiplinden geçebilirdik. Zaman, mekân ve keyfiyet konusunda kulluğumuzda zamanın İmam’ına uymalıydık.
…Muhammed bin Fuzeyl'den, dedi ki:
"Ona (İmam'a) kulların Allah'a yaklaştıkları en faziletli amelin ne olduğunu sordum. Buyurdular ki:
"Kulların Allah'a yaklaştıkları en faziletli amel, Allah'a, Resulüne ve emir sahiplerine (Ehl-i Beyt İmamlarına) itaat etmektir." Usul-i Kâfi, c.1, h. 486
Dolayısıyla Arefe günü İmam Mehdi(a.f) vakfe dururken insanların acele ederek, onun önünden geçerek kendi kendilerine göre şeytan taşlamaya gitmeleri, kurban kesmeleri, bayram kutlamalarını başlatmaları gibi hareketleri gerçekten çok şaşırtıcıdır. Hem de gözleri ve gönüllerinin onda olduğunu savunanlar bunları yapmaktadır. Bu sahneler hâlâ daha aynı hatalarda olduğumuzu gösteriyor bize ne yazık ki.
Terviye günü yalnız bırakılan İmam Hüseyin(a.s) gibi İmam Mehdi (a.f) de bu tavırlarla yalnızlaşıyor. Bu gariplik bizim yüzümüzden devam ediyor. Bizim yüzümüzden gaybet imtihanı zorlaşıyor. Hâlbuki bu insanlar, Ehli Beyt’e tabii olduklarını söylüyorlardı. Yoksa kendilerini kaplayacak olan İlahi atmosfer, İmam Mehdi(a.f) merkezli değil miydi? Kendilerine biçtikleri iman dünyasını insanlar ve arzuları mı yönlendiriyordu?
… Ali b. Ukbe, babasından şöyle rivayet etmiştir: Ebu Abdullah’ın (İmam Cafer Sadık aleyhisselâm) şöyle dediğini duydum:
“Şu işi (Ehli Beyt’e bağlılığı) Allah için yapın. İnsanlar için değil; çünkü ancak Allah için yapılan iş, Allah içindir. İnsanlar için yapılan bir şey de Allah katına yükselmez. …” Tevhid, Şeyh Saduk, h. 537
O halde toplum psikolojisinden kurtulalım. Gerçekten Rabbimizin dediği gibi yeryüzü düzenine uyalım. Rabbimizin seçtiği Hz. Muhammed(s.a.a) ve vasileri olan Ehl-i Beyt imamlarına göre düşünelim. Zamanımızın Önderi, Resulullah’ın(s.a.a) en son vasisi İmam Mehdi(a.f)’dir. Bizim sığınağımız, nurumuz, aramızdaki ilahi nimet, sıratı müstakimimiz, konuşan Kur’an’ımız, Hüccetullah, Halifetullah, Veliyyullah O’dur.
Dolayısıyla yapmamız gereken bir kuşun kendi yuvasına koştuğu gibi çok çabuk ve doğruca Onun gölgesine girmemiz ve ona sarılmamız gerekmektedir. Ne ondan geri, ne de onun önüne geçmeden. Vesselam…