FIRAT DİLE GELİRSE…
FIRAT DİLE GELİRSE… Siz hiç ılgıt ılgıt akan bir pınarın feryadını işittiniz mi? Şarıl şarıl çağlayan o sesime kulak verin şimdi… Kanlı sahranın ilk şahidi benim; hani şu babayı evlattan ayıran, evladı biçare perişan sahranın yangınına atan, o hengâmenin ilk tanığı benim. O siyahî günün en acı karesine, ciğer yangınına, hasrete, vefaya, teslimiyete, kıblegahta gözyaşına şahit olan benim. Seraba bakar gibi bakılan, ama gerçek olup asla çare olamayan benim. Fırat’a ulaştığında Haşimî dolunayı, kırbasına suyu doldurmakta iken, göz göze geldiğimde bir damla suyu ağzına koymayan vefasına şahit benim. O çocuklara medet olmaya çalışırken, Aslanlar gibi yiğitçe savaşıp, çaresiz, eli boş çadırlara dönen Abbas’ın gayretine şahit benim. O gün anlatamadıklarım, bugün gözlerimden dökülüyor birer birer… Çoraklaşmış topraktan yükselen alev sıcaklığı o minik bedenlerin bağrını yakarken, bu uğurda elini kolunu yitiren Abbas’ın çabasına şahit olan benim. Ne yer, ne gök, nede çöl toprağı, o gün ağlamayan kimse kalmadı… Peki, o vefasızlığa benim gücüm nasıl dayansın. İmdada yetişemediğim için ihanete ağladım. Evet, ben Fırat’ın akan pınarıyım, her bir damlama, her bir zerreme ağladım. Rubab’ın acılı feryadı; kulakları, yürekleri yakarken, suyun sesine kızgın olan benim. Evet, ben Fırat’ım, o gün neler görmedim, neler duymadım ki, şahit olduklarımı anlatmaya mecalim yok inanın. Evet, benim o, Rugayye’nin “Amcacığım, Kerbela’nın dolunayı, bir damla su” diye narasını işiten. Katlini vacip gören bir gurup caninin, ganimet toplama hevesi beni yiyip bitirmekteyken çocukların iniltilerine şahit benim. Zehra selamullahi aleyha diliyle çocuklara umut olan Zeynep’i gördüm ben. Haydar duruşlu, nebevi kokusuyla vuslata hazırlanan Zeynep’in sessiz gözlerine bakmaya utanmaktayım. Ey kutlu azize, sevdalıları mest eden elvedana şahit benim. O siyahî günün kara lekesi boğazıma düğümlenmiş semavat yıldızlarını izlemekteyim. Siz hiç eli kolu bağlı bir tanık olmak nedir bilir misiniz? Rugayye’nin “baba ne olur gitme” diyen feryadını işiten, o biçare benim… Ali Asgar’ın bağrını delen susuzluğun çığlığına hapsolmuşluk nedir bilir misiniz? Evet, ben Fırat’ın o akan suyuyum. Hani şu altı aylık Ali Asgar’ın boğazından geçemeyen benim. Benim adım Fırat, Gecenin demine düşmüş sine ağrım, Şimdi sizi de en derin acıma ortak etmişken İmamım gelir gözlerimin önüne. Vakarlı yürüyüşü ile düşman karşısında dik durduğunda tufanlar esmekteydi âleme, o bir baba, bir gardaş, bir yoldaş, en önemlisi Zamanının İmamı ve o bir umuttu. Fırat’ın akan pınarından medet ummayıp Ceddi Resul eliyle Kevser havuzundan serap olmaya hazırlanan şehide şahit benim. Girdabın gediğinde yetişen hüzne, Çıkmazın tufanında saklı kalmış benliğe. Kahırlarla dolu Kerbela’ya tanık benim. Âşıkların gönlüyle Kerbela’da güzellikten başka bir şey görmeyen Kevser’e Hasret benim.
HASİBE YEŞİL