top of page

EMPERYALİZMİN OYUNLARINI “ TEVHİD” VE “ SALÂVAT” BOZACAKTIR!

EMPERYALİZMİN OYUNLARINI “ TEVHİD” VE “ SALÂVAT” BOZACAKTIR! Sağlık; insanın bir bütün olarak fiziki, ruhi ve sosyal açıdan iyi olma haline denir. Bu bütünlüğün bozulmasına da hastalık deriz. Genelde ise insanlar, sağlığı yanlızca beden boyutunda düşünürler. Fıtratın bozulmasına, karekter sıkıntılarına, kalp arayışlarına ve yaşadığı mutsuzluk tablolarına hastalık gözüyle bakmazlar. Hâlbuki yine insanın iyilik hali gidivermiştir. Kişi Tonsillit(bademcik iltihabı) olmuştur. Sadece boğazı ağrımaz. Bu sebep o kişinin ateşinin çıkmasına, baş , karın, kol ve bacak ağrılarına da sebep olur. Mide bulantısı, kusma ve ishal bile olabilir. Hâlbuki sorun buğazda idi. Ama bütün vucut bundan etkilendi. Yada kişinin ayak parmağında bir abse oluşuyor. Ayağında sorunlar geliştiği gibi, tüm vücutta kendini gösteren bir ağrı, ateş, bulantı, kusma gibi belirtiler de kendini gösteriyor. Çünkü tüm vücudun sistemi bundan etkilendi. Aynen bedene yönelik bu örnekler gibi ruhumuza giren mikroplar da bizim bütünsel iyilik halimizi bozar. Bu çeşit hastalık etkenleri de çoktur. Örnek; bencillik, kin, kibir, ucb, hased, cimrilik, dünya tutkusu, kaygı, sapmış korkular, dengesiz sevgiler, ümitsizlik gibi sebepler de tüm sistemi etkiler. Bakara süresi/10 “ Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır….” Tüm bu hastalıklar da insan sağlığını bozmaktadır. O halde insanı her yönden iyilik halini sağlayan reçete nerededir? İşte bu tek reçete âlemlere rahmet olan Peygamber(sallalâhu aleyh ve alihi)’in elindedir. Fiziki, ruhi ve sosyal açıdan iyi olmamızın tek reçetesi ; o da Peygamber (sallalâhu aleyh ve alihi)’e teslim edilendir. Bizi yaratan, tanıyan, ihtiyaçlarımızı çok iyi bilen ve nimetlerini üzerimizde tamamlamak isteyen Rabb’imiz tarafından kendisine verilen. Kendinizi bir sınavda düşünün. Bir soru soruluyor ve altında şıklar sıralanıyor. Hangi cevap diye şıklara bakıyorsunuz? Şıklar ne kadar çok olursa olsun isterseniz bin çeşit olsun yine de cevap bir tanedir. O cevabı veremediğiniz takdirde ona en yakın cevabı da bulsanız yine de yanlıştır. Çünkü hak ve doğru bir tek cevaptır. Şimdi bize de çok seçenekli olarak “en doğru hayat tarzı nedir?” diye sorulmaktadır? Bu nedir? Herkesin kendine kurduğu yaşam tarzı, kendisinin razı olduğu ve kabul gördüğü yaşam tarzı yani dinidir. Tüm kurulan bu yaşam tarzları arasında en doğru yaşam tarzı/din acaba hangisidir? Bu sorunun cevabı iki noktaya bağlıdır.

Birincisi; ulaşılmak istenen hedef nedir ve bu doğru bir hedef midir? İkincisi; izlenen yol, doğru olan mıdır? Bu iki soru, insanın hayatına harita çizmektedir. Bazen her iki seçenek yanlış olmakla beraber bazen de iki seçenekten biri yanlış seçilerek yine aynı noktaya gelinmektedir. Doğru bir harita çizmek için, her iki sorununda doğru cevap bulması gerekmektedir. Yanlışlıkları sıralarsak batıl seçeneklerinin listesi çok uzundur. Zaten sorunun cevabını bulmak için doğru olanı ararız. Yanlış olanlarda doğru cevabı aramayız. İşte doğru seçenek; benim, senin, onun veya toplumların ürettiği değildir, hepimizin yaratıcısı, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından gösterilendir. Bakara süresi/ 11- 12 “ Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler. İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.” Rabb’imizin bize sunduğu doğru hedef ve doğru yol; Kur’an ve Risalet ile bildirdiği “Tevhid ve Salâvat” ta saklıdır. İnsan hayatının tek hedefi; Rabb’ini birlemek ve O’nun rızasını kazanmak olmalıdır. Enam süresi/ 162 “ De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.” Bu gün çevremizdekiler “ Elhamdulillah biz müslüman’ız” demektedirler. Şimdi can alıcı soru önümüze çıkmaktadır. Allah için mi? Kendimiz için mi müslümanız? Hamd etmenin sebebi “Lillahi” midir? Yoksa menfaat “ ben” merkezli midir? Yoksa yaşanan sadece bir ezber midir? Aşikârdır ki kişi kendini söylemler ile kandırabilmektedir. Sözde müslümandır, lâkin “ Allah için” denilen hedefe sarılmış değildir. İstediği hayatı yaşamaktadır, hayat beklentileri farklıdır, ama yüce Allah’ı “ sevdiği” ni söylemektedir. Peki nereden anlıyoruz. Çünkü o rızaya giden yoldan gitmediği gibi hayat amacı ve hayalleri de farklıdır. Dünyada lüks bir evde yaşamayı hedefler, ancak ahiretteki evini umursamamaktadır. Dünyadaki eşini düşünür ancak ahiretteki eşini düşünmemektedir. Dünyadaki arkadaşları ile ilgilenmektedir, lâkin ahiretteki dostlarını merak etmemektedir… İstediği hep dünyalıktır, hemen şimdi, burada olandır, ama bâki olan hayatını göz ardı etmektedir. Birilerini yüceltme peşinde dolaşırken, Rabb’ini yüceltmek kendine ağır gelmektedir. Başkalarının prensiplerini onaylarken kendisini düşünen, değer veren ve nimetlere boğmak isteyen Rabb’inin prensiplerini unutmak istemektedir… Bunlar neden olmaktadır? Çünkü beşer tarafından üretilen yaşam tarzları nefse dayanır. İnsan aciz olduğundan işin zahirini, batınını, evvelini, ahirini bilemez. Ama yinede kendini yeterli gördüğünden azar. Bakara süresi/ 10-12 “ Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır. Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler. İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.” Bu nedenle tarih boyunca izmler yani insanların kendilerinin ürettiği hedef ve yaşam tarzları bitirdi toplumları… Kurdukları veya kurmak istedikleri hayat hep “dünya sevgisi” ve bakış açısı “ Madde” üzerine oldu. Elde etmek istedikleri hep insanların elindekilerini almak, gasp etmekti tüm amaçları. Bu hırs daha da büyüyerek kurumsallaşmaya doğru gidildi. Bunların yollarını sistematize etmeye çalıştılar. Ve kendilerinin istedikleri yönetimleri kurmayı başardılar. Bu devin yıkılmaması için de topu hep kendi aralarında evirip çevirmektedirler. İlk insan Hz. Adem (as) ile şeytanın mücadelesi de bu izmlerin doğuş noktasıdır. Hz. Adem (as) hep Rabb’ine yönelik iken, şeytan hep kendine yöneliktir. Hz. Adem (as) Rabb’ini rızasını isterken şeytan çok yaşamayı istemektedir. Hz. Adem (as) kulluğunu düşünürken şeytan kibirliliğini ve hırsını öne çıkarmaktadır… Oysa ki Hz. Adem(as)’den başlayarak âhir zamanın son önderi olan Hz. Mehdi (as)’ye kadar Rabb’imizin istediği hep aynı yaşam tarzı idi… Al-i imran süresi /20 “Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır…” Ama yoldaki tahrifler ve asilikler maalesef binlerce hedef ve yollar üretti. Ve tüm insanlığı bu yollarda tükettiler… Zulümlerin arkası kesilmedi. Çocukların gözyaşları hiç dinmedi. Annelerin bağrı hep yanık oldu, gözler hasret yollarında, dünyadaki cennet hayali rüyalarda kaldı, ümmet olma özlemi unutuluverdi… Daha ne kadar bu acılar devam edecekti? İnsanlar hızla tükeniyor, toplumlar helak oluyordu. Ne zamana kadar bu durum sürecekti?

Kendilerince din üretmeyi bıraktıkları zaman…. Bugünün en büyük oyunlarından biri de şudur. Beşeri üretimler ile İslamı evlendirmeleri… Hangi beşeri düşünce üretimi tek başına önümüze getirilse, biz belki de karşı durup, muhalif davranabiliriz. Lâkin islam figuranları ile süsleyerek getirilen sunumları kolaylıkla kabul ederiz. Çünkü hedefe tam sarılmamışız, yolumuzu da çok iyi bilmiyoruz. Bu nedenle hemen tuzağa düşebiliyoruz. İşte şeytanın oyunu… Bazı üretilmiş yollar dini inkar ederek sahaya çıktığı gibi, kimi üretimler de İslamı ve dini terimleri kullanarak sahaya çıkabiliyor. Adını bilmeden hayatımızda o kadar çok gayrı meşru yaşam birleşimleri yapılmıştır ki… Kapitalizmi herkes bilmez ve kabul ettiğini farketmez. Kendisine teklif edilse asla kabul de etmez. Ancak kapitalizm ve islam karışımı hayatımızın her alanında kendini göstermektedir. Sosyalizm ve islam, ırkçılık ve islam , liberalizm ve islam… Şimdilerde ise kafa konforu, araba konforu, ev konforu, koltuk konforu. Yani yeni bir izm daha türedi. Konforizm. Bir de yolda üretilen sözde islam kıyafetine bürünmüş görünen üretilmiş yollar var. Mutezile çizgisine karşı çıkarız. Ama Mutezile ve İslam anlayışı hayatımızdadır. Cebriye, Kaderiye, Mürcie, Selefiyye vs. çizgisine karşı çıkarız ama yine bir çift olarak önümüzde durmaktadır. Kendilerince dinin mücedditleri… Kendilerine bu hak Allah tarafından verilmiş gibi davranırlar.

Dünün mezhep ve cemaat üretilmişlikleri, bugünün izmleri …. Atadan miras olarak taşınmaktadır bugünlere tüm üretilmişler ve gittikçe de çeşit artmaktadır… Bazen isimlerini bile sıralayamıyoruz. Yoldaki toplum mühendislikleri, algı operasyonları, şeytanın oyunları, munafıkların hayalleri, insanların iktidar hırsları, kişilerin dünya sevgileri, korku imparatorlukları, tağutları meşru gösteren belamlar, asabiyet kavgaları , ezberletilen dayatmalar…. Hepimizin hayatlarını zindana çevirdi.

İki dönem vardır insanoğlunun hayatında… Birincisi insan bilmez, cahildir tüm bu olup bitenlere, ister istemez şeytan ve dostlarının tuzaklarına düşer. Ama suçu vardır. Gerçeğin peşine düşmez. Cahil kalmaya razı olmuştur. Ahkaf süresi/23 “Hud: "O azabın ne zaman geleceğine dair ilim Allah katındadır. Ben size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum." dedi.” Bilmeden yaşamak, hayatına yanlışlıkları doldurmaya götürür ve benimsetir yalan dolanları. İkincisi ise bile bile, isteyerek bu tuzaklara düşer. Bazen de bu tuzakları kendisi bile kurabilir. Bu insanın gafletinden kaynaklanır. Benliğindeki bazı engelleri aşamamasındandır. Gerçek ilim ellerinin arasındadır, ama bunu tutmak istemez. Nefsinin istekleri önceliklidir. Al-i İmran süresi /20 - Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir. Rad süresi/37 “İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir yardımcı, dost, ne bir koruyucu vardır.” Bu iki durum; cahilâne (bilmeden) ve gafilâne(bilerek) davranışlara ne zaman “Dur!” denilirse, o zaman inzal olunan tek din/ tek doğru yaşam tarzı kabul edilecektir. Bu yüzden Rabb’imiz önce “ Lâ “ dememizi sonra “ İllâ Allah” dememizi istemektedir. Kafamızda bir çok üretilmiş düşünceler kabul görmüşken, dillerimizdeki “ Tevhid” kelimesi bizleri bir yerlere taşımayacaktır ne yazık ki. Doğru bir şekilde Tevhid’i anlamanın ve yansımasının hayatımızı kuşatması için gözler ve gönüller tek adrese yönelmelidir. Tevhid yolunu gösteren “ Salâvat” a. Bu kadar Salâvat’ın önemsenmesi ve Mizan terazinde ağır basması bu yüzdendir. Salâvat’ı anlamanın vakti çoktan gelip geçmektedir. Nedir o halde Salâvat? Salâvat demek; Peygamber’e sadık olmak, yardım etmek, takip etmek, itaat etmek, arkasından gitmek anlamlarına gelir. Peygamber için ne düşünülüyorsa, aynı şekilde ailesine de bunu düşünmek gerekir. Bu, Peygamber’in emridir. “ Bana kesik selam getirmeyin” demektedir. O halde tüm inananların buluşması gereken önderlik hakkı, beslenme kapısı, itaat mercisi burasıdır; “Peygamber ve Ehl-i Beyt’i.” Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a);“bana kesik selam getirmeyiniz.” Çevresindekiler “kesik salâvat” ın ne olduğunu sorunca Resulullah (s.a.a); “ Allahumme salli ala Muhammed” dedi. Tam olan ise “ Allahumme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed” diye buyurdu. Anlamı ; “ Allah’ım! Muhammed’e salât ve selam gönderdiğimiz gibi ailesine de salât ve selam olsun” Mubahale ayetini hatırlayalım… Al-i İmran süresi/ 61 “Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip-tartışmalara girişirlerse de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım." “Peygamber ‘e selam olsun!” deyip ondan sonra emrettiği Ehl-i Beyt’ini görmezden gelen yol ayırımına girme, “inandım” diyenleri başka adreslere götürmüştür. İnzal olunan İslam’a değil, üretilen İslam’lara... Din/yaşam tarzı sıradan kişilerin tekellerine bırakılmış demektir. Ancak Peygamber’ine güvenen, onun güvendiğine de güvenmelidir. Bu yüzden Peygamber’den sonra Peygamber’in işaret etiğinin arkasından gidilmelidir, itaat edilmelidir, yardımcısı olunmalıdır, sadık durulmalıdır. İslam tarihi bu sadakati sorgulama sahneleri ile doludur. Bu nedenle tam salâvat söylenirken, bu düşünüş ve bu tasdik unutulmamalıdır. “Allahumme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed” Tüm inananlar bu yolda buluşmalıdır. Sanal dinlerden ve sömüren izmlerden kurtulmuş olarak...

Göreceksiniz Tevhid ve vahdet burada saklıdır. Yani Salâvatta! Bu; Peygamberin vaadidir. Bizi Peygamber’e yakınlaştıracak olan; vasisi konumunda duran Ehl-i Beyt’idir. Tevhid yolunun koruyucuları, Kur’an tevilinin taşıyıcıları, Kitab ilminin ve Risalet terbiyesinin buluştuğu , ümmeti Peygamper’ine bağlayan düğüm işte burasıdır. Ehl-i Beyt üzerinden Peygamber(saa)’in kapısına varırız. Peygamber’in kapısından da Yüce Rabb’imizin kapısına. Böylece yoldaki sapmalara, tarih kırılmalarına ve nefsani oyunlara düşmeyiz. Hz. Adem (as)’den bugüne kadar çok oyunlar oynanmıştır. İster kişiler üzerinden, ister toplumlar üzerinden olsun. Yanlışlıklar çoktur. Ama gerçek bir tanedir. Onu işaretleyen ve ondan asla vazgeçmeyen başaracaktır. O doğru da Peygamber’e secde(itaat) emrine mukabil meleklerin ikrar ettiği şu gerçektir; Bakara süresi /32 - Dediler ki: "Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin". Melekler bile Peygamber konumuna bu kadar saygılı iken, bizler ne kadar sadığız Peygamber’e ve buyurduklarına…. Kendimizi tartmak zorundayız. İçeriden ve dışarıdan gelen o kadar çok tuzaklar var ki…

Tüm bunlara karşı hedef olarak Tevhid, yol olarak Salâvat kabul görüp, tüm hücrelerimize kadar sindirmedikçe yolda kalanlardan olacağız ne yazık ki… Tarih boyunca toplumların çalkalandığı gibi biz de çalkalanacağız. Kaynayan kazan hiç dinmeyecektir. Sosyal patlama hep kucağımızda olacaktır. Kaynar sular üzerimizden hep geçecektir. Güvensiz bir ortamda yaşamak hep kaderimiz olacaktır. Neden kendimize bunları reva görelim ki? Ne zenginlikler, ne çok yaşama, ne nefsin istekleri , ne koltuk yarışları bizleri Rabb’imize dönüşten alıkoyamayacağına göre, edindiğimiz hedeflerimizi ve yol haritalarımızı yeniden gözden geçirmek zorundayız. Hem ne değer Rabb’imizin sevgisini ve bize olan değerini kaybetmeye! O halde Rabbimizin öğretisi olan “Tevhid ve Salâvat”ı doğru anlama gayretine düşelim. Nerede yanlış yaptığımızı, nerede doğru yoldan saptığımızı tespit edelim. Yeniden diriliş için ezberleri bozmaktan korkmayalım. Cehalet ve gaflet hastalıklarından kurtulmak ve sağlığımıza kavuşmak için “ Tevhid ve Salâvat”’ta yeniden buluşma ümidiyle… Şeytanların bütün oyunlarına rağmen yine de hedefe “Rabb’imin rızası”nı ve tüm batıl önden gidenlere rağmen yine de Hz. Muhammed (saa) ve Ehl-i Beyt(sa)’ini önder olarak görenlere binlerce selam! Unutmayalım müjdeler ellerimizin arasındadır.

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ET-TAHİR

İFTAR, KADER VE İMAM Fe- ta-re harflerinde oluşan bir kavramdır. Anlamı uzunlamasına yarılmaktır. Kimi zaman bozmak, kimi zaman da düzenlemek yoluyla olur. Bu fiilden oluşan kavramlardan biri de fıtr

bottom of page