top of page

BİR GARİP RAMAZAN AYI DAHA…

BİR GARİP RAMAZAN AYI DAHA… Günler hızla geçiyor. İftarlar, sahurlar birbirini âdeta kovalıyor… Nefis terbiyesi, Kur’an, ibadet, dua, dostluk, kardeşlik… Her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Yine de bir şeyler eksik. Kalbimize dokunan, bize ne yapacağımızı söyleyen, bizi uyaran ve müjdeleyen, toparlayan, iyiliği ve hikmeti öğreten, bizi şefkatle koruyan, bir baba gibi başımızda duran, bir anne gibi kucaklayan… Ümmet yetim gibi. Yetimlerine sahip çıkan Hz. Muhammed (saa) gibi. Peygamberimiz (saa) bir rahmetti bize. Lâkin ondan sonra çok uzun yıllar geçti. Bizim için bir gayb oldu. Ancak yeise düşmemek gerek. Bize umut olan O’nun vasisi imam Mehdi(as) var. O rahmet bizim için. Ancak aramızda yaşamasına rağmen o da bize kısmi olarak gayb… Biz satırlarda sıralanan siyah karıncalara kaldık…  Resulullah(saa)’ın dediği gibi “ beyaz sayfalarda siyah karıncalar”dan izleri takip ediyoruz. Buralardan yolumuzu görmeye, imanımızı korumaya, hikmetleri anlamaya, amelleri salihe çevirmeye çalışıyoruz. Yine de bir şeyler eksik…  Çünkü yaratılış düzeni bu. Başsızlık çok zor… Her varlık familyasında vücut olduğu gibi bir de baş var. Ancak biz kendimizi başsızlığa mahkûm etmişiz. Başla iletişim kurmayan, kuramayan, yerde sara nöbeti geçiren vaka gibiyiz. Gözlerimiz arayışta neyi aradığını bilmeden… Kalbimiz tedirgin hazır olmadığının o da farkında. Hayatlarımız devam ediyor, meçhule gider gibi… Harcanmak istemiyoruz. Bu nedenle bizi, birinin teyit etmesini istiyoruz. Ne yapmamız gerektiğini bize hatırlatan sosyal düzen istiyoruz. Peygamberin dizi gibi, bir diz istiyoruz. Babam gibi arkamda duran bir dağ, annem gibi beni saran bir derya istiyoruz. Ya Mehdi! Ya Sahib-i Zaman! O dağ, o deniz sensin. Gaybta olan imamı beklemek çok çok zor bir imtihan. Beni benimle sınıyor sanki Rabb’im. Biliyorum Ramazan ayını İmam’ım da benim gibi geçiriyor. O da Ramazan ayında rahmet ve mağfiret istiyor. İnanıyorum tüm duaları da benim için, bizim için. Bizim için kaygılanmakta, bizi korumak için çırpınmakta. Bizim sorunlarımız, tıkanıklıklarımız, kaygılarımız, korkularımız için üzülmektedir. En önemlisi de kaybetmemizden korkmaktadır… Rahmet elini uzatmaktadır, biz fark etmeden. Ancak sorun onda değil. O masum, o günahlardan uzak, O kulluğunu ve omuzlarında yüklendiği ağır sorumluluğunu yerine getiriyor, her şeye rağmen. Ancak sorun bende. O gayb ama kayıp değil. O gayb ama sorumsuz değil, O sabrediyor ama oturan değil… Benimle, bizimle ilgili her haber ulaşıyor. Ne yazık ki benim O’ndan uzak, kaygısız ve ilgisiz halime şahit oluyor. Evimde ışık yanıyor. Gerçek ışığın o olduğunu bilmiyorum ya da bilsem bile unutuyorum. Karanlıkta kaldığımın farkında değilim. İftarlarımızı açıyoruz. Ortak etmiyorum heyecanıma, beklentilerime, hayallerime… Yemeğimi yiyorum ama O’nu misafir etmeden. Davet etmiyorum. Yalnız ben ve ailem. Aile deyince eşimi ve çocuklarımı görüyorum. Yakin etmiyorum O’nu. Yakınımda tutmuyorum O’nu.. Su içiyorum, lâkin gerçek susuzluğun O olduğunu bilmiyorum… Hani anne ve babamızdan daha yakın, canımızdan daha öte idi. Aynı saatlerde iftar ediyoruz, aynı saatlerde sahur. Ancak farkında değilim… Kur’an tam manasıyla O’nun yanında. Tüm teviller O’nda. Melekler O’na uğruyor. Hele kadir gecesinde yeryüzüne doluşan melekler O’nunla hemhal oluyorlar, kaderler O’nunla tayin ediliyor… Ama düşünemiyorum… Her ümmetin kendi önderi ile haşrolacağını da ayette görüyorum, ama okumuyorum… Ben hangi öndere tutunacağım, bunu da sorgulamıyorum… Şefaati beklerken, Velayeti görmüyorum. Tüm bunlar benim eksikliğim. Hem marifetimde problemim var, hem de muhabbetimde. Ağlayan kalbime merhem sürmeyen benim. Ağrıyan gözüme nur sürmeyen benim. Demek ki Risaletten sonraki İmamet rahmetini ben görmemişim. Ya da gördüğüm halde, bir bilgi de kalmış. İmamet meselesi zahirde kalmış. İçi boşaltılmış hediye paketi gibi? Demek ki gönlümü masaya koyamamışım. Gönül bağı kuramamışım… Yoksa bir Ramazan ayını daha garip geçirmezdik. Soframızın baş tarafında İmam Mehdi(as) otururdu. İftar dualarımızı O, dile getirirdi. Hep beraber. Namazlarımızı O’nun arkasında saf saf durur, cemaati olurduk.  Kalbimize nefes, gözlerimize nur olurdu. Tüm olayların müsebbibi benim, biziz. Boynu bükük ramazan benim yüzümden…. Ben O’nun bizim için en büyük nimet olduğunu fark edememişim. Dönüyorum yine kendime kızıyorum. Çok arzulamadım… Çok aramadım, aradığımın O olduğunu bilemedim. O’nu çok çağırmadım, pek tanımadım. O’nun gayesini görmedim, yoluna ortak olmadım. Yardımcı olmadım, nefsimin istekleri beni oyaladı ne yazık ki. Hayal kurmadım. Rüyalarımı süslemesine izin vermedim… Ben O’nunla bir Ramazan düşünmedim, düşünemedim… Bu nedenle Ramazan O’nsuz. Yetim kalmaya ben, kendimi mahkûm ettim. Garip bir Ramazan geçirmeyi ben hak ettim. Affet beni Rabbim! Affet beni Veli’m. Affet beni. O’nun boşluğunu görmemişim. Evden biri eksik olsa, masadaki sandalyesine bakar üzülürüm. Lâkin ben masama onun için bir sandalye dâhi koymamışım. Evimde, hayatımda, kalbimde O’na bir yer vermemişim. Bu gaflet benim. O’nunla arama mesafeler koymuşum. Hâlbuki ben O’nun ailesinden olmak çok isterdim. Tüm derdim bu idi. Aidim derken kendime aidiyetlik vermemişim. Peygamberin ümmeti derken, ben o aileden çok uzaklar da durmuşum.  Affet beni Allah’ım! Affet beni Veli’m! Ben şımarık biri, nankör biri olsam da beni dışlama. Sen bensiz yapabilirsin, amma ben sensiz yapamam. Boğulmama, karanlıklarda kaybolmama izin verme. Yine gaybta ol. Ama benden uzakta değil. Şahit ol bana ama davacı değil. Ne olur affet beni!

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ET-TAHİR

İFTAR, KADER VE İMAM Fe- ta-re harflerinde oluşan bir kavramdır. Anlamı uzunlamasına yarılmaktır. Kimi zaman bozmak, kimi zaman da düzenlemek yoluyla olur. Bu fiilden oluşan kavramlardan biri de fıtr

bottom of page