top of page

ALLAH’A İNANIYORUM, AMA…

İnsan için çalıştığının karşılığından başka bir şey yoktur.

İnsanın yaptığı amelin karşılığı mutlaka görülür.

Sonra yaptıklarının karşılığı ona tamamen verilecektir.”

(Necm, 39-40-41) Birçok insan Allah’a inandığını söylemekte ve yine müslümanların büyük bir kısmı, İslam dininin bir üyesi olduğu için binlerce kez hamd etmektedir. Acaba ibadet ve itaat yönünden fakir bir müslüman kimliği kişiyi kurtuluşa, dünya ve ahirette mutluluğa eriştirir mi? Acaba İslam, doğuştan gelen bir hak, bir ayrıcalık mıdır? Müslüman anne ve babanın evladı olarak dünyaya gelmek, müslüman bir ülkede doğmak, müslüman ismi taşımak, davranış ve düşüncelere bakılmaksızın iyi bir kul olabilmek için yeterli mi? Öyleyse yahudi, hıristiyan, budist veya ateşperest bir ailede hayata gözlerini açmış çocukların suçu ne? Müslüman bir ailede dünyaya gelenler için İslam, dededen kalma bir miras değildir. O, kaybetmemek için sürekli mücadele etmek zorunda olduğumuz bir hediyedir. Nasıl sahip olduğumuz serveti korumak veya çoğaltmak için çaba sarf ediyorsak; sağlığımızı kaybetmemek için beslenmemize dikkat ediyor ve vücudumuzu bazı zararlı etkilerden ve mikroplardan koruyorsak, daha fazlasını dinimizi muhafaza etmek ve güçlendirmek için yapmalıyız.      “İnsanlar sadece inandık diyerek hiç imtihan edilmeden (başıboş) bırakılacaklarını mı sandılar? Yemin olsun ki onlardan öncekileri de imtihandan geçirdik. Kimin doğru, kimin yalancı olduğunu Allah kesinlikle bildirecektir.” (Ankebut,2-3) Allah’a iman etmek ve O’nun iman etmemizi emrettiği esaslara iman etmek bize “mü’min” sıfatını hak ettiriyor. Allah’a iman etmek deyince ne anlamamız gerekir? Önce kısaca “iman” kelimesini tanımlamalıyız. İman; sözlükte, “güven içinde olmak, korkusuz olmak” anlamındaki emnkünden türeyen bir kelime olup, güven duyarak tasdik etmek, sağlamlaştırmak, kesin karar vermek demektir. Allah’a ve O’nun iman etmemizi emrettiklerine inanmak; kalbimize güven, huzur ve cesaret veren kuvvetli bir güçtür. Allah (c.c)’a bağlanmak, O’nun bizim için seçtiği dosdoğru yolda (sırat-ı müstakim) tereddütsüz yürümeye karar vermektir. O, kendisine gönülden bağlananlar için İslam’ı tek din olarak seçmiştir. O’na boyun eğen, teslim olan ve kurtuluşa ermek isteyenler için tek yol… Hz. Âdem’den itibaren bütün insanlığa sunulmuş ve bütün nebilerin yürüdüğü, başı da sonrası da kurtuluş olan, içinde barış, huzur, güven, esenlik olan Tevhid yolu… İslam “teslim olmak, boyun eğmek” demektir. İmanla güven duyan, güç kazanan ve Yaratan’ına bağlanan insan, İslam’la Rabb’iyle ahitleşmiş olur. O’nun, kulları için uygun bulduğu yaşam modelini kabul etmiş olur: “Sen’i seviyorum ve bu nedenle Sana güveniyorum. Kurtuluşumun Sana bağlanmakta olduğuna inanıyorum. İşte bunun için tüm varlığımla ve çabalarımla Sen’in hizmetindeyim. Yalnız Sana boyun eğiyorum.” İslam, imanın tescilidir, bir kimlik kazanmasıdır. İman ettiğini söylüyorsan Rabb’inin senin için seçtiği mükemmel Din’e teslim olacaksın. Ve “Ben müslümanım” diyorsan bu kimliğini davranışlarınla ispat edeceksin. Allah (c.c)  hayatın ve ölümün yaratılış amacının, insanın sınanması olduğunu bildiriyor: “O, ölümü ve hayatı hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için yarattı.” (Mülk, 2) İman edenlerle inkâr edenleri, muvahhitlerle müşrikleri, salih amel sahipleriyle kötü işler yapanları, itaat edenlerle isyan edenleri, haklıyla haksızı, samimi inanç sahipleriyle münafıkları ayırt etmek için hayat ve ölüm vardır. Yeryüzü bir imtihan yeridir ve imtihan süresi kişinin ömrüyle sınırlandırılmıştır. Bu imtihanı kazanmanın ise tek yolu vardır: İman edip, inancını Rabbi razı edecek her türlü davranışla desteklemek. Kendinizi matematik dersi sınavında düşünün. Sorulan her sorunun cevabını biliyorsunuz fakat tembellik edip soruların hiçbirini çözme gayreti göstermiyorsunuz. Sınav süresi bitiyor ve öğretmenin eline sadece sorulardan ibaret boş kâğıdı uzatıyorsunuz. Öğretmen size soruyor: -Neden hiçbir soruyu çözmedin? -Aslında her sorunun cevabını biliyordum ama canım soruları çözmek istemedi. Kalem kullanmaya üşendim. Bu sınavdan alacağınız not en çok kaçtır? Öğretmen, sizin cevapların hepsini bildiğinizi göz önüne alarak notunuza 100 üzerinden 100 verir mi, boş bir kâğıda rağmen? İşte Allah’a iman ettiğini söylediği halde, O’na ibadet etmekte tembellik gösteren, kusurlu davranan kulların durumu da bundan farksızdır. Dünyanın basit ve geçici lezzetlerini tatmak için canla başla çalışan; yıllarını, emeğini, parasını, sağlığını bu yolda gözünü kırpmadan heba eden insan, Allah(c.c)’ın rızasına ve O’nun ebedî nimetlerine külfet ve zahmet olmadan erişebilir mi? Tohumu toprağa ekmeden ürün elde etme arzusunda olan çiftçinin kazancı ne olur? Buğday eken mısır biçer mi, elma fidanından muz vermesi beklenir mi? Hz. Ali (as) şöyle buyurur: “Çalışmadan cennete gireceğini sanan kimse boş ümide kapılmıştır. Yalnız kendi gayret ve çalışmasıyla cennete gireceğini zanneden kişi ise kendini beğenmiş biridir.” Dünya hayatı son bulmadan hayatlarına çekidüzen vermeleri konusunda insanları uyaran Hz. Ali şöyle nasihat eder: “Ey insanlar! Bu gün amel günüdür, hesap değil; yarın ise hesap günüdür, amel değil!” İnsan, dünya ağacında bir meyve gibidir. Kendisine verilmiş tüm fırsatlardan (zaman, akıl, kuvvet ve irade gibi) ancak bu dünya hayatında yararlanabilir. İyi veya kötü olmak arasında bir tercih yapılarak yaşama buna göre yön verilir. Rabbine lâyıkıyla ibadet eden kişi, yetişmekte olan bir meyve gibi olgunlaşır. Günah ve isyanla dolu ömür geçiren ise afete uğramış, çürümüş meyve gibi olur; hatta daha da kötüsü… Bir bitki öldükten sonra toprakta yok olup gitmektedir. Oysa Allah’ı inkâr eden ve ömürlerini nefsin istekleri uğruna tüketenler Kıyamet Günü: “Keşke toprak olsaydım” diye feryat edeceklerdir. Buruşup çürüyerek ve ardından kuruyarak ne gölge ne de meyve verme mahareti olmayan bir bitki olmaktansa, yeşerip çiçek açan, dalları ve kökleri sağlamlaşan, meyvesi olgunlaşıp tatlanan ağaç olmak tercih edilmelidir. Hz. Peygamber (s.a.a) mü’min hakkında şu benzetmeyi yapar: “Mü’min, yaprağını hiç dökmeyen yeşil bir ağaca benzer.” Hayatta olduğu ve iman edip güzel işler yaptığı sürece her daim canlı kalır. Ancak insan, öldükten sonra ağaçtan düşen bir meyve mesabesindedir. Büyüyüp gelişebiliyor ve olgunlaşabiliyorsa hâlâ ağacın dalında olduğu içindir. Yaşaması için gerekli olan suya ulaşabiliyorsa, toprağa tutunan kökleri sayesindedir. Havayı teneffüs ediyor ve güneş ışığı meyvesini tatlandırıyorsa, bu onun canlılığına işarettir. Meyve ağaçtan düştüğü andan itibaren ise bütün imkânlardan mahrum kalır. “Dünya, ahiretin tarlasıdır.” Cennette vaat edilen ağaçlar, meyveler dünyada dikilen ve özenle yetiştirilen tohumlardan başkası değildir. Bugün tarlasını ekmeyen ve ihmal eden yarın (kıyamet günü) hatırlanmayacaktır: “O halde bu günün gelip çatmasını unuttuğunuz için tadın –bakalım azabı- İşte Biz de sizi unuttuk ve yapıp durduğunuz işler yüzünden ebedi azabı tadın!” (Secde, 14) Elimizdeki bir tohum belki bilgimiz olmaksızın ve toprağa düşer, başka maddelerle karışır ve gizlenir. Ama toprak, o tohumu zayi etmez ve bir de bakarsınız ki baharda çiçek açmıştır. İşte aynen bunun gibi, insanın yapıp da unuttuğu veya önemsiz saydığı güzel işler ve salih ameller bile Yaratan tarafından değerlendirilecektir:      “Ey yavrucuğum! Gerçekten (yaptıkların) bir hardal tanesi ağırlığında olsa, bir kaya parçasının içerisinde ya da göklerde veya yerde bulunsa, Allah onu getirir (ahirette karşına koyar.) Şüphesiz Allah çok lutfedicidir, her şeyden haberdardır.” (Lokman, 16) Hayatın her anı saniye saniye kaydedilmektedir ve kıyamet günü kullar yaptıklarıyla baş başa kalacaktır: “Tüm işledikleri amelleri kaydedilmiş, yazılmış ve hazırlanmış olarak karşılarında görünce şöyle derler: Nasıl da hazırlamışlar! En küçükten en büyüğüne kadar hepsini kaydetmişler, ne var ne yoksa toplamışlar bir araya…”  Hesap Günü’nde “Zerre miktarı hayır yapan da zerre kadar kötülük işleyen de karşılığını görecektir” (Zilzal, 7-8) Allah’a ve Rasulü’ne inandıktan sonra Kitab ve Sünnete bağlı kalanlar hakkında: “ Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir” buyrularak inanç-eylem bütünlüğünü bozmadan hayatlarını sürdüren mü’minler “dosdoğru yolu bulmuş, akıl sahibi kimseler” şeklinde tanımlanmaktadır. İman edip salih amel işleyenleri (inandığı iyi işleri yaşayanlar) zemininden ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetlere yerleştirileceğini vaat eden Yüce Allah, inananlara şu misali verir:       “…Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalı gökte olan güzel bir ağaç gibidir. Rabbinin emriyle her zaman meyvesini verir. Allah, insanlara belki düşünüp (inanırlar) diye misaller verir.      Kötü söz (ise), kökü yerden koparılmış, köksüz, kötü bir ağaç gibidir.” (İbrahim, 24-25-26) Kökü derinliklere dayanan iyilik ağacı asla sarsılmaz ve yok olmaz. Yani kişinin Allah rızasına kavuşabilmek için yaptığı her salih amel, kökü derinlerde, dalları ise göklere kadar uzanan ihtişamlı bir görüntü sergiler. Bunun yanında hayırlı ameller günahın etkisini kırar. Kur’an’ın anlatısıyla: “Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir.” Hz Muhammed (s.a.a) yapılan iyiliklerin kötülükleri sileceğini müjdeleyen şu tavsiyeyi yapar:  “Her kötülüğün ardından bir iyilik yap ki, o kötülüğün tesirini alıp götürsün.” Bir genç düşünün ki anne ve babasını çok sevdiğini söylüyor, ancak ikisinin hiçbir sözüne itaat etmiyor: ‘Gitme’ denilen yere gidiyor, ‘yapma’ denilen şeyi yapıyor, ‘yap’ denileni yapmıyor. Bu gencin anne ve babasına söylediği “Sizi çok seviyorum” sözü ne kadar inandırıcıdır? Anne-baba samimiyetten uzak yaldızlı sözler mi duymak ister çocuğundan, yoksa kendilerine itaat etmesini mi? Gerçek sevgi, sevilene itaati, saygıyı ve onun rızasına uygun davranmayı, söz dinlemeyi gerektirir. İmanın besin kaynağı Allah’a itaattir. Ancak mutlak bir boyun eğişle kişi Rabbine olan sevgisini besleyip güçlendirebilir. Sevginin dışa yansıyan görüntüsü ise kulun ibadetleridir. Bizler her fırsatta Allah’ı sevdiğimizi ve O’na inandığımızı dilimizle ikrar ediyoruz. Listenin en başına O’nun adını yerleştiriyoruz; Allah bir yana, dünya bir yana…  O halde, sevdiklerimizi memnun edebilmek için onca çaba harcarken, her şeyden ve herkesten çok sevdiğimizi iddia ettiğimiz Rabbimizi razı etmek için neler yapıyor ve nelerden vazgeçiyoruz? “En çok hangi amel hoşuna gider?” “Bizim nasıl bir kul olmamızı bekler?” “O’nu hoşnut etmenin yolları neler?” “Bana neler yapmamı emrediyor ve hangi şeyleri bana yasaklıyor?” “Hangi davranışlarım O’nu öfkelendirir?” “O’nu çok sevdiğimi göstermemin, O’na inandığımı kanıtlamamın bir yolu olmalı…”

0 görüntüleme0 yorum

Son Paylaşımlar

Hepsini Gör

TARKAN, GEÇÇEK VE GELECEK Sosyal medya da gündeme oturan Tarkan’ın “geççek” klibini merak ettim, ben de izledim. Evet başarılı bir klip olmuş. Tarkan’ın hakkını iyi vermek gerek. Güzel sunmuş. Ancak b

MİRAÇ VE HİBETULLAH Zer âleminde Resulullah’ın (saa) tüm insanlar ve seçkinler arasında en seçilmiş kişi olduğunu biliyoruz. O gün sorulan tüm sorulara Resulullah(saa), tüm insanlar arasında en hızlı

bottom of page