top of page

ÖZGÜR OLMAK BENİM DE HAKKIM!

Araf süresi/180 “En güzel isimler Allah'ındır. O'na o güzel isimleriyle dua edin ve O'nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.” Ya da Rabb'inin eğitimi olan ayetler iyice anlaşılmamış ise de yanlış tasavvurlar oluşacaktır. Ya da ilahi iradeyi hayata döken ve bildiren örneklerimiz olan peygamberler ile tanışılmamış ise veya onlar takip edilmiyorsa yine ilahi iradeye göre düşünülmeyecektir demektir.  Ve şu anda sayamayacağımız birçok sebeplerden dolayı zihinsel kirlilik oluşuyor... Zihinsel kirliliğin en bariz göstergesi niyetlerin Allah rızası için yapılmamasıdır. Namaza niyetlenir. “Allah’ım senin rızan için, hem de anne-babam da çok istiyorlar namaz kılmamı” Ya da Oruç tutacağım. “Allah’ım senin rızan için, hem de zayıflamış olurum.” Ya da Başımı örterim. “Allah’ım senin rızan için, hem de ayıptır, kadın dediğin…”vs. Yani niyetlerde bir ortaklık var. Niyetler iradede oluşur ve niyetler tek ve bir sebebe yani ilahi sebebe dayanmayınca şirke düşülmüş olur.  Rabb'inin rızasının yanında başka rızalar da devreye girilmiştir. Ya da yanlış yorumlamalar da zihinsel kirliliğin bir göstergesidir. Allah’ın helal ve haram sınırlarının karıştırılması, ilahi isteğin pek de dikkate alınmadığının göstergesidir. Allah’ı bilmesine rağmen ya da ayetleri bilmesine rağmen O’nun rızasının yanında başka hoşnutluklarda önemsenmektedir. Bu da şirki gösterir. Örneğin; faizin haram olduğunu bilmesine rağmen yinede faize yeltenmesi, zihninde ilahi hedeften başka hedeflerin de olduğunu gösterir. Lüks bir ev, araba, tarla, nefis, kariyer, toplumsal yargılar vs. önceleniyorsa veya hedefleniyorsa bunların tümü zihinsel kirliliğin göstergesidir.  Cehalet de şirke sebep olan en önemli sebeplerden biridir. Bilmeden çok şirke girer. Farkında bile olmaz. Cehalet ile kimse bu hatayı basit gösteremez. Nitekim ki ilahi iradeyi hatırlatan Kur'an-ı Kerim ve peygamberlerin hayat tarzı elimizin altındadır. Elimizin altında delil olan kaynaklarımız varken cahil duruyorsak, bu nefsimizin suçudur.  Tüm  tablolarda zihinsel kirliliğin sonucu, şirk çeşitleri ortaya çıkmaktadır. Cehalet, haklı bir mazeret olarak geçerli değildir. Geçerli olan mazeretler de tabii ki vardır. Bu da insanın iradesini kullanamayacağı durumlardır. Örneğin; çocukluk çağı, yaşlılıkta bunama dönemi veya zekâ özrü olan insanlar. Bunlar elbette olmayan iradelerini kullanamazlar. Ama iradesi var olanlar, iradelerini yanlış kullanıyorlarsa veya hiç kullanmıyorlarsa, bu sorumluluk kendilerine aittir. Allah onlara potansiyel vermiştir, ancak onlar kullanmamışlardır veya yanlış yerlerde kullanmayı tercih etmişlerdir...

Bakara suresi/ 30–31 “Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler, Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti. Allah,  Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi.” Yukarıda geçen Ayet-i Kerimeleri bir daha okuyalım, orada bahsedilen “Âdem’e isimleri öğretti” ifadesi çok önemlidir. Yani yüce Allah, Hz. Âdem’e tüm isimlerin, olayların, olguların mahiyetini, tabiatını, misyonunu bildirdi. Yüce Allah Hz. Âdem’den sonra yine nice Peygamberler ve kitaplar ile bu eğitimi tekrarladı ve hâlâ Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed(saa)’in hayatı ile bu eğitim devam etmekte...  İşte insan, Allah’ın o öğrettiği isimleri, mahiyetleri, kavramları, manaları karıştırıyorsa elbette ki hak ve batıl birbirine karışacaktır. Ve bunun sorumluluğu kendisine aittir. Zaten şirk bu değil mi? Hak olan tasavvura, batılın karıştırılmasıdır. Zihnin sınırları ilahi iradeye göre çizilmemiştir. Bazen doğru düşünür, bazen de batılca. Nitekim Kur’an’ı Kerim’de yine Bakara suresinin 17. ayetinde bazı insanların, ışığından faydalanmak için ateş çakma isteğinden, ancak ışığın hemen kısa bir süre sonra sönüvermesinden bahseder. Yani iman ve doğru düşünmek kısa süreli ve kesintili olmuştur onlarda. Zaman zaman ilahi düşünür, zaman zaman nefsanî veya şeytani. Artık neyi ortak koşuyorsa, şirk işleyen bir kere “bir ve tek” olan Yüce Zat’ın himayesinden çıkadursun, o insanın eğildiği çok şeyler önüne çıkar. Bazen nefsini, bazen eşini, bazen amirini, bazen mevkisini vs... Çünkü o artık özgürlüğünü kaybetmiştir. Hak olan bağlamdan ayrıldı mı artık o, çok şeyin kölesidir. Müşriklerin tabiatını incelediğimizde gerçekten çok ilginç bir noktayı tespit edebiliyoruz. Hak olan tasavvur bozulunca ortada tasavvur diye bir şey kalmıyor. Tek hedef olan Allah’ın rızası olmayınca, çok hedefler devreye giriyor. Çok hedeflerde de tasavvurun şekli ve sınırları belli ve net olmuyor. Onlar da boşalan zihinsel alan, tamamen çok çeşitli tasavvurlarla dolduğu için kaos, karmaşıklık, kararsızlık, panik, şaşkınlık, riya, yalan gibi sonuçlar da ortaya çıkıyor. Bu nedenle onları çok kişilikli olarak görürüz. Tartışmaya kalksan, tartışamazsın. Çünkü tasavvurları belli değil. Delilleri yok, her şey allak bullaktır.

Bakara süresi/258 “Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, "Benim Rabbim diriltir, öldürür." demiş; o da, "Ben de diriltir, öldürürüm" demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” Hz. İbrahim(as), Nemrut ve adamlarına, Hz. Musa(as) ve Hz. Harun(as),  Firavun'a yüce Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını anlattıkları halde bir türlü benimsetemiyorlar. Çünkü zihinsel dengesizlik/ kirlilik içinde olduklarından bir türlü göremiyorlar hakikati.  Örneğin;

 Zuhruf süresi /51 “Firavun kavmine seslenerek dedi ki: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?"” “Nil Nehri benim mülkümde değil mi?” Acaba bir insanın mülk edinmesi ile Rabb'inin yaratması ve yarattığının üzerinde tasarruf etmesini aynı düşünmesi, onun anlamaktan ne kadar uzak olduğunun göstergesi değil midir?  Veya Nemrut'un yukarıdaki ayet-i kerimede  belirttiği gibi Allah’ın hayat ve ölümü vermesi ile kendisinin hayat ve ölümü emretmesini nitelendirmesi de aynı mantığa bir örnektir.  Hiç insanın mülkünde ki hakkı ile Allah’ın mülkündeki hakkı bir görülebilir mi? İşte bunun gibi tarihte çok görürüz şirk tablolarını. Örneğin; Mekke halkına Hz. Muhammed (s.a.a) İslam dinini getirdiğinde şok olmuşlardı; “bizim dinimiz yok mu? Bu yeni bir din mi getiriyor bize.” demişlerdi. Acaba hiç şöyle düşünmüşler miydi; “ kabul ettiğimiz bu dinlerin menşeisi nedir?”. Her kesimden gelen inanışları birleştirip binlerce din ortaya çıkarmışlardı. O dinlerin ortak paydası da“şirk”ti. Evet, onların yaşam tarzı olan dinleri tamamen şirke dayanıyordu. Her çeşit düşünce ve inanışları kabul etmişlerdi. Biraz hanif dininden, biraz gelenekten, biraz nefislerden, biraz ata dinlerden vs. hepsini birleştirip bir yaşam tarzı ortaya koymuşlardı. İşte bu şirk idi. Çünkü belli bir irade yoktu. Hedef yoktu, yol yoktu. Her şeyden önemlisi hak değildi.  İşte şirki ortadan kaldıran tevhid dini İslam, onun, bunun isteğine, ihtiyacına veya beklentisine göre değil, ilahi isteğe göre gelmişti. Dinin hedefi, yolu ve kuralları belli idi. Her şey hak ölçüsüne göre netleşince, doğru tasavvurun sınırları da belli oldu. Şimdi Hz. Âdem ile başlayarak kıyamete kadar tüm samimi inananları yan yana getirsen, hepsinin tasavvurlarının, ahlakının, kimliğinin, davranışlarının aynı olduğunu görürsün.  Coğrafyalar, diller, kültürler, zamanlar farklı olsa da... Çünkü onların hepsi tek ve bir irade olan Rabbinin iradesinden beslenirler. tüm peygamberlerin birbirinin versiyonu olduğu gibi. Yalnızca Yüce Allah’ın himayesine girip O’nun otoritesinde birleşirler. Ve yalnızca O’nun istediği gibi yaşarlar. Ama müşrikler de böyle değildir. Hepsini yan yana getirsen hepsinin birbirinden farklı düşündüklerini, tasavvur ettiklerini, ahlaklandıklarını, davrandıklarını, yol aldıklarını görürsün. Evet, ortak bir noktaları var. O da hepsinin bir çeşit hasta olduklarını, batıl düşündüklerini ve yanlış hedefler peşinde olduklarını görürsün. Bu nedenle zihinlerin odaklandığı/ kilitlendiği yer önemlidir. Eğer insan yalnızca Allah’a yönelmişse ve sadece oradan gelen eğitim ile kendini şekillendiriyorsa o kişi şirkten uzaktır. Ama yok Rabb'ine odaklanmasının yanı sıra başka yerlere de odaklanıyorsa, Rabbinin rızası dışında başka yaşam tarzlarını da benimsiyorsa o insan şirkin bir elemanı olmuştur. Yani karma bir dindedir. Tevbe edip, tasavvurlarını düzeltmeyinceye kadar kurtuluş ta yoktur. Bu yüzden düşünce temizliğine dikkat etmesi gerekir. Susmalı ve ilahi isteği dinlemelidir o insan. Secde bu kararlılığı gösterir.

“Rabb’im! İrademi iradene bağladım. Çünkü yegâne sübhan olan sensin”. İnsanın kimlik ve değerini bildiren organı başı ve dolayısıyla iradesidir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran tek seçenek te iradesidir. İşte benliğini taşıyan o organ olan başı Allah’a eğilir. Sıfır noktasına kadar. Bu şu demektir. “Yüzde yüz olarak, tüm potansiyelim ile sonuna kadar sana tabiyim ve İtaatkârım. Senin iraden benim irademin bağlandığı merciidir.” Bunu diyenlere akıllı insan denir.  İşte zihnin kilitleneceği tek seçenek, bu mercidir. Secdesi ile bunu dile getirir. Ve...

 "Özgür İnsan" olur.

0 görüntüleme0 yorum

Son Paylaşımlar

Hepsini Gör

ET-TAHİR

İFTAR, KADER VE İMAM Fe- ta-re harflerinde oluşan bir kavramdır. Anlamı uzunlamasına yarılmaktır. Kimi zaman bozmak, kimi zaman da düzenlemek yoluyla olur. Bu fiilden oluşan kavramlardan biri de fıtr

bottom of page